Yaşadığımız terör olaylarında temel noktaları saptamak gerekir.
Olayların arkasında “Kobani” nin yeri yoktur. Olaylara katılanlara 
sorsanız Kobani,’nin yerini bilmezler. Bunlar, bir yerlerden gelen emir ve 
diretmelerle başlayan planlı hareketlerdir. 
Olaylar; 20, 30 kişinin, en fazla 150, 200 kişinin eseridir. Bunların gaz, 
tazyikli su ile dağıtılmasının hiçbir önemi yoktur. Ertesi gün, kendilerine bir şey 
olmadığı görülünce, aralarına katılan bir kaç kişi ile birlikte daha büyük olayları 
yapmaktadırlar. Bu kişilerin gösteri sırasında etrafı çevrilerek yakalanması ve 
destekçileri ile birlikte haklarında en ağır yaptırımların uygulanması gerekir.
Terörle mücadele, adından anlaşılacağı gibi “mücadele” ile olur, 
“teslimiyet” ile olmaz. İzlenen süreç bir nevi teslimiyeti içermektedir.
Hatırlayacağınız üzere bir süre önce “Terörün Sona Erdirilmesi ve 
Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” isimli bir kanun 
yayınlanmıştı.
Bu kanunun, Anayasa’ya aykırı niteliği ve maddeleri nedeniyle, çok 
sayıda kişi ve sivil toplum örgütleri ve hatta bazı milletvekilleri, Anayasa 
Mahkemesinde iptal davası açılması çağrısında bulunmuştu. Ancak yeterli 
sayıda imza toplanamadı ve süresinde dava açılamadı.
Bu kez 1.Ekim.2014 tarihinde Resmi Gazete’de, bu kanuna dayanılarak 
bir Bakanlar Kurulu Kararnamesi yayınlandı. 
Böylece bizim dava hakkımız doğdu ve kararnamenin Resmi Gazetede 
yayınlandığı aynı gün, bir kaç saat sonra, “kararnamenin Danıştay tarafından 
iptali ve kanunun iptali için Anayasa Mahkemesine gönderilmesi” istemini 
taşıyan davamızı açtık.
Bu kanun ve kararname ile dünya hukuk literatürüne yeni bir tabir 
getirilmiştir: “Görev nedeni ile işlenen suç”. Oysa görev nedeni ile suç 
işlenemez. Üstelik bu suçlar için hiçbir dava açılamayacağı esası kabul 
edilmiştir. Yani suç işleme özgürlüğü getirilmiştir.
Biz hukuki ve vatani görevimizi yerine getirmek için, yasal haklarımızı 
kullanarak davamızı açtık. Olayı duyuracak basın ve kararı verecek olan 
mahkemeler de tarihe geçecek kararlarını vereceklerdir.
BARO SEÇİMLERİ
Türkiye bu ortam içinde iken Baroların büyük bir çoğunluğu seçime 
gidiyorlar.
İnsanlar için en önde gelen şeylerden biri “yaşam hakkı” diğeri 
“adalet”tir.
Her ikisini savunmakla görevli olan yargı organlarıdır. Her ikisini tehdit 
eden unsur terördür. 
Terörün üstesinden gelebilmek için “savunmayı güçlendirmek” gerekir. 
Güçlü yargının yolu, güçlü ve bağımsız savunmadan geçer.
İşte bu savunma görevini yapan Avukatların, önümüzdeki günlerde Genel 
Kurulları var ve seçime gidiyorlar.
Geçen bir sene içinde sayısı artmış olmakla birlikte 2013 yılı sonu 
itibariyle Türkiye genelinde Barolara kayıtlı Avukat sayısı 81.554 dür.
 Başkent Ankara Barosu’nun 11.542 üyesi var ve seçimleri 18/19 
Ekim’de yapılacak.
 Türkiye’nin ve dünyanın sayısal bakımdan en büyük Barolarından olan 
İstanbul Barosu’na kayıtlı Avukat sayısı 31.183, seçim tarihi 18/19 Ekim.
 İzmir Barosu’nun üye sayısı 6.345 ve seçimleri 25/26 Ekim’de yapılacak.
 Bu tabloya baktığımızda görünen şey; Türkiye genelinde tüm Avukat 
sayısının yarısından fazlasının Ankara, İstanbul, İzmir gibi üç büyük şehirde 
bulunduğu oluyor. Yalnızca bu üç şehirdeki Avukat sayısı 49.070 ve bu sayı 
tüm Türkiye’de bulunan Avukat sayısının yarısından fazla.
Baro sayfalarına baktığımızda, seçime girecek guruplarla ilgili bazı 
bilgileri yalnızca Ankara Barosunun web sayfasında görüyoruz. Seçime altı 
gurup giriyor.
Diyarbakır Barosunun web sayfasında ise değişik dilde Kürtçe yazılar 
bulunuyor. Yazının altında bunun “Kurban Bayramı kutlaması” olduğunu 
anlıyoruz. Bu sayfadaki bir diğer dikkat çekici açıklamada ise, nerede 
bulunduğunu bilmediğimiz “Kürdistan Barosunun” Diyarbakır Barosunu 
ziyaretine ilişkin resim ve yazıları görüyoruz. 
Genel olarak yargının, Baroların ve Avukatların, Türkiye’nin içine 
sürüklendiği terör olaylarını önlemede daha etkin olmaları gerekiyor. Zira 
terörle mücadele, teröre teslim olmakla değil, mücadele etmekle mümkün 
olacaktır.
Av.A.Erdem Akyüz