süreçte kırıp sosyal kültürel ekonomik sanayi ve teknoloji olarak dünya hakimiyetine
ulaşması, bir açıdan skolastik anlayışla ortaçağa saplanmasına neden olan Hıristiyanlık dinine,
özelliklede din adamlarına karşıtlık temeline dayanır. Aslında burada karşıtlık ifadesi de tam
doğru değildir. Hıristiyanlık dinini temsilen kilise, kendi kontrol etki ve konumunu korumak
adına yeni gelişmelere dini temele dayalı olarak başlangıçta karşı çıkmıştır. Toplumda müthiş
otoritesi bulunan kilisenin küçük karşıtlıklarına rağmen Rönesans Reform hareketleri,
aydınlanma ve modernizme ulaşılmıştır. Elbet bu süreçte kilise dışlanıp toplum
dinsizleşmemiştir. Toplumda din yine hakim, kilise etki etkinlik ve menfaatine yine sahiptir.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız olayın bu boyutu bizim aydınlarımızda birazda
Batı’nın asi ve günahkar birkaç çocuğunun yönlendirmesiyle ‘din terakkimize mani olmuştur’
inancını doğurarak dini tamamen toplumdan uzaklaştırma ancak böylece maddi terakkiye
yükseline bilineceği ideali ortaya çıkmıştır.
Jön Türklerle başlayan bu ideal son dönem Osmanlı toplumunda güçlü bir rüzgar
olarak esmeye başlar. Basın yayın kitaplar ve tiyatrolarla bu, topluma lanse edilmeye çalışılır.
İkinci Abdülhamit’in Anadolu’ya yaydığı ‘batı tarzı eğitim veren okullar’ bu fikir sahiplerinin
görüşlerini toplumun tabanına yaymalarında müthiş bir imkan sağlar. Abdülhamit’in iyi
niyetine rağmen açtığı bu okullarda müthiş bir İslam dini karşıtlığı ve hatta Abdülhamit
düşmanlığı yapılır.
Bu okulların bu durumlarından dolayı ilk sosyologumuz Ziya Gökalp’ın babasının
onun için ‘okursa dinsiz okumazsa da eşek olacak’ dediği söylenir. Endişe doğru çıkmıştır.
Din karşıtlığının en büyük savunucusu doktor Abdullah Cevdet intihar girişiminde bulunan
öğrencisi Ziya Gökalp’ı tedavi etmiş ve kurşun izi olan anlına ‘haç işaretini’ andırır dikiş
atmıştır. Elbet dinsiz olunmuyor, İslam’a düşmanlık ve karşıtlık olarak devamında din ihtiyacı
sonuçta Hıristiyanlığa sempatiyi doğuruyor.
Bu sempatiyi yine bu anlayışın güçlü isimlerinden Tevfik Fikret’te de görürüz. Şiirleri
Hıristiyanlık sempatisi kokar. Bu yaklaşımla yetiştirdiği ‘oğul Haluk’ sonuçta Hıristiyanlık
dinine girer. Hüseyin Rahmi mahalle ağzıyla yazdığı romanlarda inceden halkın dini anlayış
ve değerleriyle alay eder. Ahmet Mithat günümüzdeki araştırmacı gazeteci yaklaşımıyla
toplum gerçeklerinden hareketle yeni bir toplumsal anlayış ortaya koymaya çalışır. Toplumu
değiştirmede kitapların yetersiz olduğunu, o gün revaçta olan tiyatroların daha etkin
olduğundan hareketle tiyatro oyunlarının yaygınlaşması gerektiğini söyler. Halid Ziya,
Stendhal’a öykünürcesine yazdığı ‘Mai ve Siyah’ romanıyla anlatılarında dinin esamesinin
bile okunmadığı bir toplum kurgulayarak toplumun ahlakı değerlerini hümanist bir
yaklaşımla adeta yok eder. Bu eser Osmanlı toplumunun taban değerlerini kaybederek
değişiminde o kadar etkili olmuştur ki bu güçlü silah günümüze de taşınarak en çok izlenen
dizi olarak kullanılır. Demek ki toplumumuzda asil ve asıl bazı kökler hala duruyor olmalı ki
Halit ziya’nın güçlü sosyolojik silahı modernleştirilerek yeniden kullanılma ihtiyacı duyuldu.
Marks’ın ‘din afyondur’ sözü de bizim aydınlanmacılarımızca İslam dinine
uyarlanarak toplumu değiştirme adına iyi şekilde kullanılmıştır. Hıristiyanlık dini adına bazı
açılardan bu söz makul olabilir ancak İslam dini için afyon tabiri tamamen haksızlıktır.
Elbette ‘pozitivist yaklaşım’ da aydınlanmacılarımız tarafından din karşıtlıklarını
bilimsel olarak kullanmalarında büyük fırsat sağlamıştır. O gün toplumda yaygın eksik ve
hatalı skolastik düşünceye dayalı dini anlatımları da çok iyi kullanarak bilimsellik adı altında
etkili bir din karşıtlığı yapılmıştır. Pozitivizmde deneysel bilgiler, mantık ve akıl esastır.
Dünyanın yuvarlaklığı, gök cisimlerinin konum ve hareketleri, yağmur ve rüzgar olayları vb.
üzerine geleneksel dini öğretinin eksiklerini, hatalı anlatımlarını fırsat bilerek bunu İslam dini
karşıtlığı olarak hatta birazda ‘tiye alarak’ kullanmışlardır.
Burada, ‘Osmanlı son dönemi Batılılaşma hareketinde bütün aydın ve
münevverlerimiz din karşıtlığı anlayışına mı sahipti?’ doğal sorusu doğal olarak sorulur ve
buna cevabımız elbette ki hayırdır. O halde onlar nerdeydi de din devleti Osmanlıda devlet
imkanlarıyla diğerleri din karşıtı bir nesil yetiştirdi?
Bu sorunun cevabı olan dindar aydın ve münevverlerimizi başka bir yazımda ele
alacağım.