Hasan TÜLÜCEOĞLU

Ebu Davu’un süneninde rivayet edilen bir hadiste Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır: Allah her yüzyılın başında bu ümmet için dinini yenileyecek birini (müceddid) gönderir.(Ebu Davut, melahim1)

Sahihliği tartışmalı hadiste geçen “müceddid” ifadesi yenileyen, yenileyici olarak tercüme edilip anlaşılmıştır. Esasta buradaki yenileme, dini canlandırma, tüm toplumda dini yeniden canlı tutma, etkin ve etken kılma demektir. Elbette ki sahih, doğru, gerçek şekliyle dini hakim kılmayı kastediyoruz. Aslıyetinden uzaklaşarak toplumda kısa surede yaygınlaşan tahrif edilmiş Hıristiyanlık gibi olmamalı.

Tecdid ve müceddid kavramlarını bilişimsel ifade olan güncelleme ile karşılamak doğru ve yeterli değildir. İslam dininin “n’as” diye ifade edilen kesin ve hiçbir zaman değişmeyen hükümleri vardır. Bunların güncellemesi söz konusu olamaz.

Hadiste bahsedildiği üzere zamanla adeta küllenen din, bir müceddidin topluma anlatımıyla yeniden alevlenip canlanır. Kesbi ve vehbi bilgi sahibi bu kimseler dini yeniden toplumda etkin ve etken kılarlar. Müceddid olarak Sultan Ömer bin Abdülaziz’den Gazali’ye, İmam Şafi’den Mevlana’ya asırlar için bir çok isimler verilir. Bir çoğuncada son asrın müceddidi Said Nursi hazretleridir ki o da eserlerinde İmam Rabbani’yi öne çıkararak ikinci bin yılın müceddidi olarak ifade eder.

Elbette ki insanlığın tarih sürecinde bilgi edinme açısından tekamül eden toplumlarda zamandan zamana esaslar, şartlar değişir, değişmiştir. Yeni konular, yeni durumlar, yeni uygulamalar söz konusu olmaktadır. Zamanın değişmesiyle ortaya çıkan yeni durumlar için yeni hükümler verilmelidir.

Bu mecellede şu şekilde ifade edilir: “Ezmanın tegayyürü ile ahkâm tagayyür eder.  (Yani, zamanın ve şartların değişmesiyle, gerekçeli hükümler de değişir.)”

Dini ıstılahta “içtihad” olarak ifade edilen bu yeni hüküm verme elbette ki işin ehli kişilerin işidir. Said Nursi 27. sözde “içtihad” konusunu işlemiş, yeni yorumların yeni hükümlerin gerekli olduğunu belirtip bu zamanda içtihadın altı sebepten mümkün olmayacağını kendi sebepleriyle uzun uzun anlatmıştır.

Burada esas olan yeni hükümler verecek, yeni yorumlar yapacak müçtehidlerin ve müceddidlerin yetişmesidir. Dini tüm toplumda, tüm yönleriyle hayatın içinde, esaslarından sapmadan etkin ve etken kılarak işlevlik kazanmasını yetişecek bu bilginler mümkün kılacaktır.

Tüm dünyanın son iki yüzyıldır yaşadığı, tüm dinlerin sarsıldığı, özellikle İslam dünyasının avam ifadeyle ‘feleğinin şaştığı’ bu son zamanda hala bu bombardımanın şaşkınlığını atlatamamışken dinin güncellemesi bir başka şaşkınlık olduğu gibi etrafta bu işi yapacak eşhasın varlığı ne derecededir bakmak gerekir.

Gelmiş geçmiş müçtehid imamların yetişme şartları dikkate alındığında güncelleme ve tecdidin konuşulmasının henüz çok erken olduğu kanısındayım.

Elbette fikir akımları, toplumsal olaylar karşısında sarsılan İslam toplumunda bugün din küllenmiş durumda. Zamanla olumsuza doğru giden algı anlayış ve uygumlalar söz konusu. Bazı hususlar öne çıkarılırken çok önemli bazı hususlarda geri planda kalmış durumda. Elbette ki bu eksiklerin ele alınıp yerli yerinde değerlendirilmesi elzemdir. Tipik bir örnek vermek gerekirse günümüz dindarı yediği yitecekte domuz eti olup olmadığı hususunda oldukça hassas olurken elde ettiği kazancının helalık ve haramlığına hiç ehemmiyet vermemektedir.

Bütün bunların düzeltilmesi, her alanda beş başı mamur tabiriyle yetişecek yüzlerce din bilginin varlığına bağlıdır. Tabi ki bu alimler devletin hadi alim yetiştirelim demesiyle de yetişmez. Geçmiş bilginlerin yetişmesi öncelikle kesbidir. Yani bir eğitim tedrisatından geçmişlerdir. Sonrasında ise vehbidir. İkisinin bir arada olması müçtehidi doğurur. Vehbilik ise isteğe ve özgür iradeye bağlıdır. Tahakkümün olduğu yerde vehbiyet olmaz.

            Bu yol çok uzun, meşakkatli ve zor, ama mutlaka elzemdir.