Mersin’de geçmişte söylenen bazı sözleri unutmamak gerekir.
Özellikle kent dinamiği dediğimiz bir yerlerde Başkan ya da bir önemli
görevde olan kişilerin söylediği sözler...
• Nazım Hikmet’in Mezarını Mersin’e getirecekleri,
• İş adamlarına özel uçakları için havaalanı yapacak olanları,
• Tsunami felaketi için Japonya’ya yardım yapacak ve geçmiş
olsun ziyaretine gidecek işadamlarını,
• Toroslara Dissneyland benzeri bir tesis yapacak olanları
hatırlamalıyız ve özellikle de hatırlatmalıyız,
Söylenen sözler, yazılan yazılar ve sosyal medyada paylaşılanlar da
unutulmamalıdır.
Kenti ve kentin insanlarını daha iyi tanımak, bu günü anlamak ve
geleceği belirleyip yön verebilmek için bu önemlidir.
Gezi olayları başladığında belki de sosyal medyada en kışkırtıcı
mesajların geldiği kentlerin başında Mersin gelir.
Hep “Barış ve Hoşgörü” kenti olmasıyla övündüğümüz Mersin’de en
yakından tanıdığımız kişilerin yayımladıkları mesajları hala üzülerek ve
şaşkınlıkla hatırlıyorum.
Kentimizde bir platform başkanının ve bir fahri konsolosun Gezi
olayları sırasında sosyal medyada yazdığı “Bir süre daha olaylar
sürerse Avrupa Konseyi Türkiye’de yönetime el koyacak!” mesajı
hep hafızalarımızda. Demokrasi dışı, cinnetli, sömürge ruhlu
bir kişiliğin ortalığa saçılmasıydı bu ve hiç utanmadan edilen bu
sözlerin hesabı sorulmadı... Ama unutulmadı, hep hatırlanacak,
hatırlatılacaktır.
Yine Gezi olaylarında Barış söylemi içeren yazı ve mesajlarıma karşı
Türkiye’nin çok önemli bir şirketinin Mersin’de oturan ortağının bana
gönderdiği bir eleştiri mesajı da hatırımda. Aynı nefret söylemi, aynı
demokrasi dışı delirmiş ruh hali burada da sürüyordu:
“Burada her ne pahasına olursa olsun Ak Parti zor durumda kalmalı ve
gitmeliydi. Hatta Türkiye kaosa sürüklensin, batsın, yeter ki Ak Parti
gitsin Hükümet düşsün” isteniyordu.
Yurtlarını terk etmek durumunda kalan Suriyelilere karşı yine sosyal
medyada bir nefret söylemi başlatıldı. Bunun genelde güya sosyal
demokrat(!) görüşlü ve Mersin’deki Arap kökenli kişilerden gelmesi
son derece üzücüydü.
Mersin’de normal zamanlarda sanat, kültür, insanlık adına konuşan,
kentin gelişmesi için gayret gösteren kişilerin birden siyaset ve
mezhep adına nasıl değiştiklerini ibretle gördük. Kendilerinden biraz
farklı bir görüşü anlama çabasından uzakta, farklı olana tahammülsüz
bir öfke karanlığı içinde çırpınıp durdular
Son 15 yıldır Mersin’de yerleşen anlayışla Mersin Türkiye’nin en
muhalif illerinden biri olmuş, protestolar, eleştiriler, karşı çıkışlar hep
Mersin’den gelmiştir. Mersin’de 15 yıllık yerel yönetimin yerleştirdiği
“öfkeli ve çaresiz muhalif “ anlayış neredeyse tüm oluşumlara
yerleşmiştir. Kentin huzurunda en önemli görevin düştüğü Odalarımız
bile bu kapkara, cinnetli muhaliflik anlayışı ile kenti tehlikeye sokacak
söylemlerde bulunabilmişlerdir.
Tüm kışkırtmalara rağmen dirayetli Devlet yöneticilerinin sağduyusu
ile hem Gezi olaylarında hem de Suriyelilere karşı Mersin’de önemli
bir olay meydana gelmemiştir.
Yine Gezi olaylarının hemen başlangıcında, Alman Yeşiller partisinden
Türkiye’deki olaylarda hep gördüğümüz Claudia Roth’un gelerek,
olayların içerisine girmesi, Alman basınına kışkırtıcı mesajlar vermesi
de bize Avrupa’nın tutumunu açıkça gösteriyor.
Türkiye’deki her türlü kargaşalıktan yararlanarak ülkemizi yıkmak
isteyen batılı güçler ve onların ülkemiz içinden taraftar toplayan çevre
ve vakıf dernekleri şimdi mutlaka yeni bir girişimde bulunacaklardır.
Bugün Mersin’de 15 yıllık yerel yönetim değişmiştir. Mersin’de yeni
yerel yönetim ve bağlı olduğu siyasi anlayış, ülke ve kent çıkarına
barış ve sükûnet çağrıları yaparak mensuplarının sokağa inmelerini
önlemektedir. Eski anlayışlar değişecektir. Bundan önce Mersin’de
olaylara kışkırtıcılık yapan çevreler şu anda sessizler. Umarım yine
aynı kişiler kışkırtıcı mesajlar vermezler, en azından sessiz kalırlar.
Şimdi olayların nasıl başladığı, neden başladığı, kimin başlattığı,
kimlerin suçlu olduğu, kimlerin ihmalinin olduğu hiç önemli
olmamalıdır.
Önemli olan olayların sürmemesi için elden gelenin yapılması ve
olayların engellenmesidir.
Burada duyarlı, ülkesini seven, insanları seven kent dinamiklerinin ve
tüm hemşerilerimizin bu kentin iklimine uygun barış ve hoşgörü için
katkı vermesi gerekir.
Herkes bu yangına, bir damla dahi olsa, söndürmek için su serpmelidir
ve büyüyecek yangının hepimize zarar vereceği bilinmelidir.
Bu devletin yıkılmayacağı, insanlar arasında da düşmanlığın
yerleşemeyeceği bilinmeli, sırf siyasi amaç uğruna buna karşı duran
hemşerilerimiz de geçmişten ders çıkararak artık bu tutumlarından
vazgeçmeliler.
Muhalefet yapmak da bir haktır, hatta kimi zaman görevdir. Ama
politik muhalefet politikayla yapılır ve sonuç almak üzere sandık
işaret edilir. Her durumda sokağı doldurmak, her vesileyle sırf iktidara
zarar versin diye meydanlara doluşmak, karşıt olduğumuz bir siyasi
oluşuma zarar verecekse en demokrasi dışı girişimlere alkış tutmak
siyasi zavallılıktır, çaresizliktir ve kör öfke içinde delirmektir.
İşte; politika dışı delirmiş bir kalabalığın utanç dolu eylemlerini, yakıp
yıkmaları bir yana 37 insanımızın ölümüne neden olmalarını bütün
dünyanın gözü önünde yüzümüz kızararak izledik. Mersin’de de bu
çizgide bir kalabalığın etrafa öfke saçarak meydanlara indiğini de bir
yana kaydetmek gerekiyor.
Barış ve hoşgörü, en gerekli olduğu günlerde unutulan bir süslü
slogan değildir. Kültür ve sanatla uğraşan, belirli bir sosyal etkinliğe
sahip olduğunu düşünen, kamuoyunu etkilemede kendini seçkin
sayan insanların bu rezil oyuna gelmemesi gerekir. Hiç olmazsa
bundan sonra.
Daha bir hafta önce üç dinin mensuplarının yattığı Mersin
Mezarlığında “Dinler Buluşması” töreninde idik. Farklı dinlerden
bile olsa insanlarımızın bir arada barış ve hoşgörü içerisinde yattığı
bu kentte bizler gerçek hoşgörüyü mezarlık dışında da sağlamalıyız,
göstermeliyiz. Yaşayanlar olarak, mezarlıkta her dinden iç içe sonsuz
uykuda buluşmuş aziz ölülerimize saygılı olalım; onların bize ve bütün
dünyaya bu kentten verdikleri kıymetli dersi kirletmeyelim.
HARUN ARSLAN