Yıl boyu sayısız anma ve kutlama günleri vardır. Törenler yapılır, kent
büyüklerimiz demeçler verirler; hatta Milletvekillerimizden anma
mesajları gelir. Aslında bu günler, bir kuru hatırlanmadan öte fayda
da sağlamaz ve ertesi gün unutulur gider.
Halkımızın en belirgin özelliklerinden biridir “ Unutmak “...
Bunun elbette bazen onarıcı, bağışlatıcı etkisi vardır; ancak bazı
şeyler ısrarla hatırlanmalıdır ki, halkın unutacağına güvenerek sürekli
tekrarlanan sayısız rezilliğin önü alınabilsin.
Hadi öyleyse bu bağlamda hep birlikte kısa bir hatırlama yapalım:
Çok değil, daha bir yıl önce Mersin’de olan, şimdilerde unutulmuş
ama bana göre önemli bir olayı hatırlamaya çalışalım: Bir simitçi, simit
satma uğruna kendini yakmış, bir süre hastanede yattıktan sonra da
Bir yıl geçti meslek odalarımız aynı, başkanları aynı, simit satanlar,
çöplerden plastik toplayanlar, ayakkabı boyayanlar, mendil satanlar,
dilenenler aynı; değişiklik yok...
Geçen yıl Ekim ayında “Ölen Simitçinin Ardından” başlıklı bir yazı
yazmıştım. Yazımın bir bölümü şöyle idi:
***
“ ÖLEN SİMİTÇİNİN ARDINDAN...”
Geçtiğimiz hafta “Mersin’de Ticaret ve Esnaf Odaları ne iş yapar ?”
başlıklı yazımı “Ama bu kentte yalnızca simit satmak uğruna
kendini yakan simitçiyi de görmezden gelmek herhalde vicdanımızı
yaralayacaktır.” cümlesiyle bitirmiştim.
O satacağı birkaç simitle yaşamaya çalışan simitçi, tedavi gördüğü
hastanede öldü...
Evet bu kadar basit bir dört harfli kelime ile: “öldü”!
Herhalde başlıktaki sorunun cevabının “Hiçbir şey yapmazlar...”
olması giderek kesinlik kazanıyor.
*Başına Lokantacılar, Kebapçılar, Pastacılar başlığı koyan Oda,
*Tüm esnafları kapsayan Esnaf Odası,
*Kentin tüm ticaretinin üzerindeki Ticaret Odası...
Yıkım kararı olan Tenis Kulübü’nü yıkamayan, sahildeki tüm
gecekondu işletmeler yıkılırken “Yosun Tesisi”ni bırakan, kentin
tüm insanları arasında eşitlik ve adalet olması gerektiğini sözde
seslendiren anlayış için kendini yakarak ölen simitçi acaba ne kadar
önemlidir?
Araç trafiğine kapalı Atatürk Caddesi’ne araçlarıyla birkaç adım
yürümemek için giren kent büyükleri, park eden kent önemlileri için
“simitçi”, “ölüm”, “kendini yakma” kelimeleri acaba ne ifade eder?
Hadi gündüzleri çok önemli işler peşindesiniz ve böylesi sıradan
şeylerle kıymetli vaktinizi harcamazsınız; ama ya geceleri, yatağa
başınızı koyduğunuzda, o ıssız ve koyu karanlıkta kendi iç sesinizi
duymaz mısınız? Hani vicdan diye bir kelime vardı bir zamanlar; onun
O simitçi gibi bu kentte yaşamaya çalışan, çalışmak ve ticaret
yapmak isteyen binlerce insana acaba bu kentin ticari dinamikleri ne
veriyorlar, ne verdiler ?
Büyük Alış Veriş Merkezleri yüzünden işyerlerini kaybeden, belki
de bu yüzden seyyar satıcılık yapmak durumunda kalan insanlarla
mücadeleyi “Esnaf Odaları”(!) yapıyor ve seyyar satıcılara yaşama
hakkı tanımıyor! Aferin onlara...
Ticaret Odası yüzlerce simitçinin yıllarca geçinebileceği bir parayı yurt
dışı fuar gezilerine harcıyor. Sonuç koca bir sıfır.
Hala kente 500 bin turist geldi masalıyla, Kıbrıs deniz otobüsüyle
gelen ve müzeleri gezen vatandaşlarımızı da sayarak bizi yanıltan
“Ticaret Odası Turizm Platformu” bunu daha ne kadar sürdürecek?
Bu kentin de insanları, - Antalya’dan vaz geçtik- Antep, Mardin Urfa
gibi bir milyon turist çeken kentlerdeki küçük esnafların yaptığı
ticareti yapmak istiyor. Şimdi de geçen yıllarda fiyaskoyla sonuçlanan
kurvaziyer masalına ek olarak, “kasımda üç gemi gelecek” ümidini
pazarlıyorlar.
Sonunda birkaç yüz kişinin geleceğini, anlaşmalı şirketin bunları
Tarsus’a ya da bir Büyük Alışveriş Merkezine götüreceğini ve Mersin
küçük esnafından bir simit bile almayacaklarını biliyoruz.
Aynı kentte yaşadığımız, aynı havayı soluduğumuz, öteki Mersin’in
öteki insanlarını ne zaman ötekileştirmeden kabul edeceğiz?
Etrafımızdaki aç ve yoksul insanlara daha ne kadar duyarsız kalacağız?
Bu kentin her yönden önünü tıkayan fakirlikten ve yeterli
gelişememekten sorumlu “değişmeyen, değiştirilemeyen kent
dinamikleri”...
bir an kendini yakan ve ölen simitçinin durumunu, yaşadıklarını
hissedebilseler herhalde ortaya çıkan vicdanla bir şeyler yapmak
durumunda ve sorumluluğunda olduklarını anlayabilirler.”
Yazının tarihi: Ekim 2013
***
Bir yıl geçti... bir simit satma uğruna kendini yakan simitçi öldü ve
unutuldu...
Bu verimli topraklarda, bu zengin coğrafyada iki asırdır herkesin
doyduğu ve bir şekilde sofrasına bir ekmek koyduğu bu kentte artık
yalnızca yaşamını sürdürmek için insanların ölmeyeceği, fakirliğin ve
işsizliğin en aza ineceği günlerin biran önce gelmesini dileyelim.
Ama öncelikle bunun için hepimiz gece yattığımızda, o koyu karanlığa
kalın bir yorgan gibi sarıldığımızda bir kalbimiz olduğunu, vicdan diye
bir sorgulayıcı iç sesimizin olduğunu hatırlayalım.
Evet, önce bütün bir hayatı, sonra da kendi hayatımızı hak etmek
gerek. Bu ise her şeyden önce bir ahlak sorunudur.
Ölüm kadar basit ve yalın bir hakikat işte önümüzde.
Harun Arslan