Mersin’in en eski ve güzel semtlerinden Çamlıbel’de doğdum. Çamlıbel’in denizle arasının kapanmadığı, sahilinin kumsalının olduğu, çakıl taşlarının üzerinde yürüdüğümüz, denizin dalgalarının sesini duyduğumuz zamanları hatırlarım.
İki katlı bahçeli şirin evleri, turunç ağaçları, eski adıyla Halkevi Binası ve onun yanında çocukluğumdan beri hep merakla önünden geçtiğim gizemli Kilise. Yüksek duvarlarının arkasını hep merakla görmek istediğim bina.
İçerisine girmeyi ve içini görmeyi hayal ettiğim Kilisenin 50 yıl sonra içindeyim ve bana gizemli gelen binanın en içinde, binanın ortasında yemek masasında oturuyorum.
Hem Ortodoks kilisesinin, hem Katolik Kilisesinin din adamları, Romen Komşularımız, Alevi vatandaşlarımızla aynı sofrada yemekte idik.
50 yıllık bir gecikme ile böyle bir fırsat yakalamıştım.
Hem Kilisenin içinde idim, hem de Mersin’in güzelliği tüm renkleri ile aynı masanın etrafında birlikte oturuyorduk.
Maklube isminde geleneksel tarihi bir yemek vardı masadaki büyük tepsinin üzerinde. Pilav üzerinde et ve kenarlarında salata ve yoğurt. Bunun anlamı farklı tatlar olarak görülen lezzetlerin bir arada güzel bir uyum içerisinde olabileceği idi ve o günkü yemekte birlikte olanları da simgeliyordu.
Peki bu güzel birlikteliğe kim sebep olmuştu.
MEKADİM Mersin Kültürler Arası Diyalog Merkezi.
Kurulduğu günden beri Mersin’de birlik, beraberlik, hoşgörü adına çeşitli grupları hep bir araya getirdiler, Mersin’de birçok ilke imza attılar. Kısa zaman içerisinde Mersin’de hoşgörü, kardeşlik, barış, birbirini tanıma ve kabullenme adına önemli bir yol aldılar ve bu amaca katkı sağladılar.
Hem tüm bu güzelliklerin, hem de benim için çocukluğumdan beri gelen yarım asırlık bir merak ve gizemin mutlu bir şekilde gerçekleşmesini sağladıkları için MEKADİM’e teşekkürler…..
Harun Arslan