1897 Osmanlı- Yunan savaşı, Sultan II. Abdülhamit’e bazı dersler vermiştir. Bu savaş sonunda büyük devletlerin tutumu açıkça göstermiştir ki, eğer gelişmeler, Avrupa devletlerinin çıkarına uymuyorsa, Osmanlı İmparatorluğu haklı olduğu bir meselede dahi, zaferinin karşılığını alamayacaktır. Diğer taraftan savaş nedeniyle, Müslüman halk, adayı terk etmeye başlamıştır. Artık Girit adasının  bir gün elden çıkacağını göstermiştir.

Giritli Rumların 1897’den sonra amaçları, Osmanlı egemenliğinin yeniden kurulmasını engellemekti. Bu amaca ulaşmak için ise Rumlar, Müslümanları adadan kovup, boşalttıkları yerlere Rumları yerleştirme planını uyguladılar. Ve Giritli Rumlar, bu amaçlarını gerçekleştirmek için Müslümanlara zulmettiler.

1821 Mora isyanı, Yunan Devleti’nin Kuruluşunu hazırladı. Bu isyan sırasında Mora’nın  Müslüman nüfusu azalmaya başladı ve 1829 Edirne Antlaşması’yla,  buradaki Müslümanlar mecburi bir göçe tabi tutuldular. Bu antlaşmadan bir yıl sonra 1830’da yapılan Londra Antlaşması’yla Yunan Devleti kuruldu.

Yunan devleti Mora’da, Osmanlı Devleti’nin Müslüman ahalisine baskılar yaptılar ve onlar da göç etmeye başladılar. Girit adasında da birleşme politikası uygulanarak Girit Yunanistan’a bağlanmaya çalışıldı. 1866 yılından 1897 yılına kadar Girit içerisinde çıkan isyanlarda, Girit’teki Müslüman halk göçe zorlandı. 1897 Osmanlı- Yunan Savaşı sonrasında, “Girit Vilayeti Muhtariyet İdaresi Teşkilatına Dair Nizamname”, Osmanlı Devleti ve Avrupalı devletler arasında imzalanarak, Girit, Osmanlı hakimiyetinde muhtar bir vilayet oldu.

Girit Kanun-i Esasi’ne göre, hiçbir kimse ayrıma tabi tutulmayacak ve herkesin hakları aynı derecede korunacaktı. Din ve ırk ayırımı, iş ve meslek seçiminde etkili olmayacaktı. Fakat Müslümanlar için olumlu gelişmeler gerçekleşmedi. Hıristiyanlar, göçe zorlanan Müslümanların mallarını ve topraklarını ucuza veya zorla ellerinden aldılar.

1897 Osmanlı- Yunan savaşının ardından, adada Müslüman halk için tehlike arttı. Girit’in kıyı şehirlerinde perişan halde yaşayan Müslüman halkın adadan ayrıldıktan sonra Anadolu’da yerleşim yerleri, Ege Deniz’i kıyıları olmuştur.

Girit adasını tamamen egemenlikleri altına alan Yunan Devleti, 14 Aralık 1913’de, Girit’in Yunanistan’la birleştiğini dünyaya bildirdi. Yunanlılar, Girit’te Müslüman halka rahat vermiyorlardı. Azınlıkta kalan Müslüman Türklerin yaşama hakları gittikçe kısıtlanmıştı. Birinci Dünya savaşı ve Milli Mücadele dönemlerinde Giritli Türkler çok büyük sıkıntılar çektiler. Bu sıkıntı, Milli Mücadelemizin kazanılması ve Lozan Antlaşması’na bağlı olarak imzalanan Türk- Yunan Mübadelesi(Değişim) ile tamamen son buldu.  

Olayları şöyle özetlersek: 19. Yüzyıldan itibaren Girit’ten belirli dönemlerde göç etmeye başlayan Müslüman halk, aynı yüzyılın sonunda büyük kitleler halinde Anadolu’ya gelerek yaşamaya başladı. Girit’ten göç eden Müslümanlar, belki buralara geldiklerinde tekrar anavatanlarına geri dönmeyi düşünmüşler, o eski hayatlarına ve mallarına kavuşmak istemişlerdi. Fakat I. Dünya Savaşı  başlamadan Girit’in Osmanlı egemenliğinden çıkıp Yunan egemenliğine girmesiyle bütün hayallerini kaybeden Giritli göçmenler, adada çok az sayıda kalan kardeşlerinin de, Anadolu’ya mübadele protokolünün sayesinde gelmeleriyle birlikte, bütün Giritli göçmenler olarak Anadolu’daki yeni yaşamlarının zorluklarına, düzenine ve iklimine alışmaya başladılar.
GİRİTLİ TÜRKLER
Girit Türkleri, Girit adasının Osmanlı Devleti yönetiminde kaldığı 1645- 1908 döneminde adaya yerleştirilmiş Türkler ve ada halkı içerisinden Müslümanlığı kabul etmiş, çeşitli Osmanlı vatandaşları arasındaki kaynaşmalarla oluşmuş ve bu şekilde kendilerine özel bir kültür oluşturmuş bir Türk toplumudur. Osmanlı öncesi ada halkından İslamiyet’i seçenlerin bir kısmı 19. Yüzyıl başında Yunan milliyetçiliği akımlarının etkisinde kalarak Hıristiyanlığa geri dönmüş, Müslüman kalanlar ise Türk kimliğini benimseyerek kendilerine Türk demişlerdir. Bu toplumun 19.yüzyıl sonlarında başlayan ve Türkiye- Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile tamamlanan Anadolu’ya göç hareketinin günümüze uzanan bireyleri Girit Türkleridir. Girit Türklerinin Türkiye- Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile Türkiye’ye gelenleri ağırlıklı olarak Çukurova, Ayvalık, İzmir, Bodrum, Side, Mudanya, Adana ve Mersin’e yerleşmişlerdir.

Girit’in tarihinde, Girit’ten Anadolu’ya göç hareketleri, üç dalga halinde cereyan ettiği görülüyor. İlki, 19.yüzyıl sonlarında, Osmanlı hakimiyetinin azalması ile 1897’de cereyan eden toplu katliamlardan kaçabilenler. İkinci dalga; Türk- Müslüman azınlığı için temel haklar barındıran Girit Cumhuriyeti’nin (1896-1908), 1908 II. Meşrutiyetin ilanıyla Osmanlı Devleti’ndeki oluşan otorite boşluğunu fırsat bilerek, bir oldubitti ile Yunanistan’a bağlanması sonucu göçenler. Üçüncü ve son dalga ise, Türkiye- Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile Anadolu’ya dönenlerdir.
GİRİT TÜRKLERİNİN ÖZELLİKLERİ
Girit, Doğu Akdeniz’de bugün Yunanistan’a bağlı olan 8379 km2 büyüklüğünde bir adadır. Girit adası 6 Eylül 1669’da Osmanlı hakimiyetine girmiştir. 1820’lerden itibaren adadaki Rumlar birçok kere ayaklanarak, Girit adasını Yunanistan’a ilhak etmek için uğraşmışlardır.

Girit meselesi ortaya çıktığından beri, gerek ada Rumları ve bunları besleyen ihtilalci Yunan komiteleri, gerek resmi Yunan makamları her fırsattan faydalanmak ve her yola başvurmak süratiyle adada Osmanlı hakimiyetini ve Türk varlığını yok etmek için en tüyler ürpertici faciaları sahneye koymaktan kaçınmamışlardır. Bunların sonucu olarak, 1913 senesinde yapılan antlaşmalarla ada, Yunanistan’a ilhak edilmiştir.

Bu olaylar yüzünden Girit’ten göç ederek Türkiye’nin daha çok Ege ve Akdeniz kıyılarına yerleşmiş olan Girit Türklerine Giritli denilmektedir.

Girit’ten göç eden bazı ailelerde, ilk yeni geldiklerinde “Giritlice” denilen değişik bir Rumca konuşulurmuş. Yerliler Giritlilere dillerinden dolayı “yarım gavur”, Giritliler de onlara “sizler de tam gavursunuz” diye takılırlarmış.

Girit Türklerinin; yaşayanların yaşantılarından ve yazılanlardan kendilerine özgü bir yaşantı şekilleri olduğunu görüyor ve okuyoruz. Sağlam bir aile yapıları var. Çocuk sevgileri çok fazla ve çocukları hoş tutuyorlar. Yaşlılara büyük değer veriyorlar. Güzel olayları ve sevinçlerini hep aile içinde paylaşmak istiyorlar. Giritli kadınlar, el işi ve örgü yapmaya çok meraklı olup, çeyizlerini kendi elleriyle dokudukları görülüyor. Girit erkeği ise ailesine çok düşkün. Evine ve çocuklarına çok bağlı. Yerliler kızlarını Giritli erkeğe vermeyi tercih ederlermiş çünkü “Girit erkeği kıymet bilir” denilirmiş.

Girit Türklerinin mutfağı tek cümle ile tanımlanmak istenirse, doğal beslenmeye dayanıyor. Bu mutfağın temelini otlar ve zeytinyağı oluşturuyor. Giritlilerin çoğu sağlıklı ve uzun ömürlü oluyorlar. Bu da ot yemekleri ve zeytinyağı kullanmaya bağlanır. Girit sofrasını “yeşil sofra” olarak nitelendirmek mümkündür. Çünkü daima yeşillik vardır. Giritliler “Sofrada yeşillik yoksa sofraya oturmayız,” derlermiş.

Hiçbir zaman boğazlarından kesmezler. Her şeyin en iyisini alırlar. “Az yiyin, öz yiyin,” derler. Yemekleri taze olarak yemeyi severler. Bunun için günlük yemek yaparlar. Hiçbir zaman da yemek dökülmez. Hatta bayat ekmeği bile peksimet yaparak tükettikleri görülmekte.

Tespitlere göre, Girit Türkleri bol ot yerler. Otlar insanları sağlıklı tutmakta. Yenen otlar pazarlarda belirli yerlerde ve belirli kişilerce satılır. Satılan yere “ot pazarı” satanlara da “otçu” denilirmiş. Eskiden pazar yerlerinden ayrı olarak hayvan sırtlarında küfe içinde mahalle aralarında dolaşarak, sokaklarda “otçu, otçu” diye bağırarak, bazen de otların isimlerini ayrı ayrı sayarak ot satarlarmış.

Eskiden “Giritliler geldi tarlada ot kalmadı.” denilirmiş. Bazı Giritlilere hangi otları yedikleri sorulduğunda keçinin yediği her otu yeriz dedikleri söyleniyor. Girit Türklerinin ota düşkünlükleri ile ilgili olarak çeşitli kıssalar anlatılmaktadır. Bir Giritli ile bir inek tarlaya girmişler. Tarla sahibinin oğlu babasına koşarak: “Baba! Bir inekle, bir Giritli tarlada ne yapayım?” diye sormuş. Babası da: “İneğe dokunma doyunca çıkar, Fakat Giritli hepsini toplar gider. Onun için sen Giritliyi çıkar” diye cevap vermiş

Anlatılan bir başka kıssa ise: II. Abdülhamid’in iradesiyle İstanbul’dan Girit’e bir doktor gönderilmiş. Günler, haftalar geçmiş, doktora hiç hasta gelmemiş. Merak etmiş, araştırmaya başlamış. Bakmış insanlar ot toplayıp bunların yemeğini yapıp yiyorlarmış. Bunun için buradakiler hiç hasta olmaz ve doktora gitmezler demiş. Padişaha telgraf çekerek; - “Padişahım, burada herkes kendinin doktoru beni buradan alın” demiş.

Tabi bu yazdıklarım yukarda da bahsettiğim gibi ilk Anadolu’ya yerleşildiği ve Giritlilerin toplu halde yerleşmiş oldukları yerlerdeki uydukları eski alışkanlıkları. Zaman zaman yerleşim yerlerinin değiştirmeleri, çevresindeki yerleşik insanların arasında çevreye uymak zorunluğundan ve kız alıp vermeler sonucu yeni ortak örf ve adetlere sahip olunmuş ve ismi Giritli Hüseyin, Göçmen Ahmet gibi takma isimleri olmayanların Girit’ten gelip gelmediği bile unutuldu.
Hoş kalın. Aralık 2015 Antalya. İsmet Kadıoğlu.