Dünyaya gelmeden önce hangi baba ve anadan dünyaya geleceğimizi bilemezdik. Üzerinde yolculuk yaptığımız dünyadan esas mekanımıza hangi vasıta ile seyahat edeceğimizi de bilmiyoruz. Bu yolculukta kalp krizine mi yakalanacağız bilmiyoruz. Hangi hastalık ölüm evinin eşiğine getirecek, bu yolculukta trafik kazasına mı bineceğiz de, o bizi “Ölüm Meleğine” götürecek onu da bilmiyoruz. Yaratılmış insan olarak bunu bilmekte son derece cahiliz.
Azrail(a. s.) her gün yüz binlerce insan ruhunu teslim alıyor. Bu dünyadan yüz binlerce insanı misafir kaldığı evinden sürekli kalacağı evine göç ettiriyor. Bu insanların içinde ihtiyarı da, genci de, çocuk olanı da, bebek olanı da var… Zengini de fakiri de var… Hepsinden önemlisi de, iyisi de var, günahkarı da var, Mü’mini de var kafiri de… Hepsi de bize şunu söylüyor; “Ölüm herkese eşit… Bir gün de sıra size gelecek. Dikkatli olun da gafil yakalanmayın. “Ölüm Meleği” sizi isyan üzeri bulmasın.”
Ölüm; yeni, mükemmel bir hayata atılan bir adımdır.
Mal mülk sahibi olanlar, bir gün kazandıklarını bırakıp gideceklerinden habersiz, yine çalışıp kazanmaya devam ederler. Yazı yazanlar, bir gün unutulacaklarını dikkate almazlar, yine yazarlar. Çiçekler belli bir süre sonra solarlar, sonrakiler bunu bilmezler, yine açarlar. Bebekler, öncekilerin ölümünden habersiz, yine doğarlar.
Topraktan yaratıldık, toprak anamız bizi yetiştirdiği meyveleriyle sofrasında doyururken, ağaçlarına yem olmak için bizi tekrar kendisine, iki mezar taşı arasında kucağına geri alıyor. Toprak ana kucağı. Ana kucağı.
Daha dün, ağaçlar meyvesini ona uzatıyordu. Koyunlar kuzular onun için otluyordu. Dünyanın dönüşü ve güneşin doğuşu onun içindi. Sular onun için akıyor ve bitkileri onun için suluyordu. Yağmur onun için yağıyordu. Ama şimdi o, onlar için toprağın altında. İnsanın toprakta başlayan hayatı, yine onda son buluyor. İşte buna ölüm deniyor.
Ölüm; kişinin geçici oturmakta olduğu evinden daimi ikametgahı olan evine göç etmesidir. İnsanın ruhu bedenine bağlıdır. Ruhun bedenden ayrılması, bedene olan bağlılığının sona ermesi ölümdür. Bu da insanın, beklemediği, bilemediği bir anda ansızın geliverir. Bazılarına 103 yaşında (Babaannem gibi), bazılarına 97 yaşında (Hüseyin Kiya gibi), bazılarına 76 yaşında (Almanya’da yaşayan Hacı Ali Toklu enişte gibi), bazılarına 23 yaşında; gencecik yaşta, hayallerini gerçekleştirmek için çabalarken hiç beklemediği bir anda, 25 Nisan 2017 günü trafik kazasında, hakkın rahmetine kavuşan Muhammet Toslak oğlumuz gibi. Muhammet, Kerim hocamın oğlu. Konya’da Üniversite son sınıfta okuyordu. Lise döneminde, üniversiteye hazırlık kursunda, matematik dersi konularında yardımcı olduğum bir oğlumuzdu. Zeki, pratik zekaya sahip, hazır cevapçı, azimli, hareketli ve heyecanlı bir yavrumuzdu. Konya’da bir arkadaşı ile kendilerine ait iş yeri açmış ve mezun olduğunda kendi işinin sahibi olacağının hesabını yapıyordu Muhammet. Hiç beklemediği ve bilemediği bir anda ansızın “Ölüm Meleği” onu yakaladı.
Ölüm kişinin evini değiştirmesi gibidir. “Her canlı, ölümü tadacaktır elbette.” Tatmak sözünün karşılığı ise, kişi ölmekle yok olmaz, hayat bulur, ama başka bir hayattır. Ölüm, bu hayatı bitiriyor olsa da, başka bir hayat başlatıyor.
Muhammet yavrumuza, Rabbim merhameti ve rahmeti ile muamele etsin, varsa taksiratını affetsin. Babası Kerim kardeşimize, ailesine, yakınlarına, dostları ve arkadaşlarına başsağlığı diliyorum. Kardeşimizin daimi evi cennet olsun. Dua…
“Gülüşüme aldanma
iki saniyeliktir,
Ertesi acı ertesi kederdir,
Ertesi hüzün ertesi ölüm.”
“Hayat ölüme sormuş…
İnsanlar beni çok severken
Neden senden nefret ediyorlar?...
Ölüm cevaplamış…
Sen güzel ve tatlı bir yalansın…
Bense acı bir gerçek…”
Ölüm bir gerçek. Her canlı ölümü tadacak.
Hoş kalın. Mayıs 2017, Anamur. İsmet Kadıoğlu.