“ isteyenler istemeyenler gibi bir ayırım yapılmasını asla istemiyorum ama barış süreci içerisinde herkes barıştan yana olmalı.”
Satırlarıyla başlayan “BARIŞ MI? KAN MI?” başlıklı bir yazı yazmıştım. Barış değil kan anlamı çıkmasın ama, artık barış sürecinin böyle işleyişine de gönlüm razı değil diyorum.
***
Son olaylar gösterdi ki, PKK’nın çözüm süreci gibi bir derdi yok. Bunu sanırım hükümet biliyor. Onlar da hükümet tarafından bilindiğini biliyor.
***
Şurası kesin, istediğiniz kadar Kürtçeye önem verin, isterseniz Türkiye’nin resmi dilini Kürtçe yapın, eğitim dilini Kürtçe olarak kabul edin, Öcalan’ı serbest bırakıp milletvekili yapın. Bunlarla PKK’yı memnun edemezsiniz.
***
Onlar; diğer Kürt bölgeleriyle birlikte bir Kürdistan devleti kurmak istiyorlar. Aslında bunu daha çok işgalci devletler istiyor. Bu düşüncenin önünde, Türk devleti ve Müslüman Kürtler olduğu için bunlara saldırıyorlar. PKK, bölgede tek başına Kürtlerin temsilcisi olmak istiyor. Son durumlara bakıldığında PKK, Kürtlerin zorla temsiliyetini almış gözüküyor.
***
Demokratik açılım süreci 2009’da Oslo'da PKK yöneticileri ile yapılan müzakerelerle başladı ve daha sonra, İmralı'ya kaydırılarak önemli bir yol alındı. Habur'dan eve dönüş anında, PKK şovu nedeniyle süreç yavaşladı; BDP'nin Diyarbakır'da toplanarak özerklik ilan etmesi, PKK'nın kanlı eylemleri ve Kürt siyasi hareketinin sorumsuz tutumu, demokratik açılım sürecinin de sonunu getirdi. Türkiye'nin bu en köklü meselesinin çözümünde mesafe alınamadı. Ama İmralı ile tekrar başlayan görüşmelerle, iki yıldır neredeyse tek bir kurşun atılmamıştır.
***
Son olaylar gösteriyor ki, tekrar aynı noktaya geldik. Yine Kandil ve HDP, beklediği bahaneyi buldu, Kobani üzerinden çözüm sürecini sabote etmeye kalktı. KCK ve HDP'nin ayaklanma çağrısı üzerine PKK yeniden silaha sarıldı, 45 insanımız vahşice katledildi.
***
Bölge devletleri, hatta Batılı ülkeler de artık bu oyuna bir şekilde dahil olmaya çalışıyor. Dış güçlerin teşviki, baskısı ve tehdidiyle Kandil, süreci bozmaya ve faturayı da hükümete çıkarmaya çalışıyor.
***
PKK ve HDP’nin 8 Ekim’deki ayaklanma denemesinin bir amacı, devlete ne kadar güçlü olduklarını; bir çağrıyla Türkiye’nin altını üstüne getirebileceklerini göstermek, böylece pazarlık güçlerini yükseltmekti. “Çözüm süreci bizim iki dudağımızın arasında. Taleplerimizi ciddiye alın, yoksa bu işin şakası yok” diye tehdit ettiler akıllarınca.
***
Bu olaylardan sonra, hükümetin geçmiş dönemde PKK’nın bölgede yaptığı yasadışı faaliyetlere; kendilerine ait mahkeme kurmalar, haraç toplamalar, adam kaçırmalar, tehditler, şantajlar gibi olaylara gösterdiği toleransı azaltmalı, daha kararlı bir tutum takınmalıdır.
***
Çözüm sürecinde hükümet verdiği her sözü yerine getirirken örgüt, verdiği hiçbir sözü yerine getirmemiştir. Sınırın dışına çıkmamıştır, çatışmaya devam etmiştir, silah bırakmamıştır. PKK daha çok örgütlenmiş, Kürtler arasında taban yaratmaya çalışmıştır. Örgüt zaman kazanarak, gücünü kentlere taşıdı. Bunun sonucu olarak da Kobani’yi bahane ederek, Türk Bayrağını, okulları, kütüphaneleri, müzeleri, ambulansları ve Kızılay’ın kan araçlarını yakmışlardır.
***
Demirtaş vatandaşlara soğukkanlı olma çağrısı yapıyor. Allah bilir bu davranışı karşılığı, teşekkür etmemizi bile bekliyordur. Taşla sopayla Molotofla öldürülen 45 insanın sorumluluğunu taşıyan adam, “Aman ne güzel, sokaklardan çekilme çağrısı yaptı” diye sevinmemizi, yaptıklarını unutmamızı bekliyor. Böyle bir şey asla olmayacaktır, suç işlemiştir, işlediği suçun siyasi bedelini, bir siyasetçi olarak ödeyecektir diyorum.
***
Bir parti liderinin ayaklanma çağrısı yapması; bu çağrı sonucu ülkenin felç olması, 45 kişinin hayatını kaybetmesi, ülkede iç çatışma çıkma tehlikesi belirmesi demokrasilerde kabul edilir bir şey değildir. Birde sıkılmadan “Biz barışçı gösteri çağrısı yaptık, şiddeti provokatörler yaptı” diyorlar.
***
Kandil ve HDP el ele vermiş, yanına da bir takım solcu grupları almış, çözüm sürecini çökertmek için elinden geleni yapıyor. Kandil’in tek isteği statüydü. Sandık sonuçları, kamuoyu yoklamaları, çeşitli örgüt eylemlerine katılma oranları ortadaydı. Bu oranlarla PKK’nın, bırakın ayrı devlet ya da federasyonu; dayandıkları kitleden “otonom bölge statüsü” kararını çıkartmaları bile zordu. Görebildiğim kadarıyla, hükümet pazarlıklarda bunlara yanaşmadı, statü pazarlığı yapmadı. O yüzden de çözümün onlar için bir cazibesi kalmadı.
***
İşte Kobani konusu bir umut olarak devreye girdi. Kandil bütün propaganda araçlarıyla bir algı operasyonu başlattı: Var gücüyle AK Parti Hükümeti’nin IŞİD’i destekleyerek Kürtlere ihanet ettiği propagandasına girişti ve çözüm süreci’nin kaderini Kobani’ye bağlayarak; “Kobani’de Kürtlere ihanet edenlerle Türkiye’de barış yapamayız” temasını işledi. Ve işte sonunda işi ayaklanma denemesine kadar götürdü.
***
Biz Türkiye’de PKK’yı korumalı mıyız ki, Kobani’de PKK’nın Suriye kolu olan, aynı zamanda Beşar Esad’ın da en önemli müttefiki olan PYD’yi koruyalım?
***
PKK, çözüm süreci içinden bölgesel bir iktidar çıkarmayı planlıyorsa, Kobani’ye bakıp, oradan Türkiye’ye kanton taşımak gibi bir hesabın içinde ise, yani ülkenin Türkü Kürdü can derdinde, PKK iktidar hesabında ise bu kabul edilemez. Hesabımız tutmazsa yıkar, yakarız, diyemez.
***
Devletin zirvesinin dediği gibi, bizim için IŞİD de, PKK da aynıdır. Ancak bu durumda, çözüm süresini aynı şekilde bundan sonra sürdürmek imkansız gibi duruyor. Nitekim Demirtaş, “Bizim için IŞİD de, PKK da aynıdır diyorsun. IŞİD’le aynıysa görüşme o zaman. Niye bizi yoruyor, kendini yoruyorsun? Niye halkı kandırıyorsun?” dedi.
***
Bundan anlayacağımız, Kobani gösterilerinden sonra çözüm sürecinin adı var, kendi yok oldu. Hükümette şimdiye kadar gösterdiği toleransı bırakıp bazı şeyleri görmeli. İsmet KADIOĞLU Ekim 2014