Kükür’deki sülale isimlerinin bazıları: Kadılar, İmamlar, Nağımlar, Arslar, Hasan Nizamlar, Ekizler, Köçekler’dir. Tabi Osmanlı döneminde soy isim olmadığından sülale adlarıyla kişiler tanımlanırmış. Kükür ekime müsait olan arazisi olmayan köylerden. Dağlık, taşlık, sarp araziye sahip. Daha çok hayvancılıkla uğraşırlardı. Bu dönemlerde hayvancıkla da yetinilemediğinden okuma oranı bir hayli yüksek olan köylerdendir ve bu günlerde yaşlılardan başka kimse kalmamıştır.
100-120 yıl öncesi Osmanlı döneminde oldukça yokluk varmış. Osman Kömür’ün, Ekizler sülalesi yanında biraz daha varlıklı olduklarını sanıyorum. Buğday ya da arpa unu Osman Gocalar’da bulunurmuş. Değirmende un yapma olanağı da sanırım mümkün değil. Onun için her gün akşama yakın saatlerde, elle, yarma taşı denen taşta arpa öğütülür(Un elde etme. Ayrıca bu işleme taş yarma deniyor); elde edilen un saçta kalın ekmek halinde pişirilir, uygun katıkla da (kendilerinin yayıkla yaydıkları yayık ayranı ve bir kuru soğan, en iyi saçta pişirilen arpa ekmeğinin katığı olmalı) yenirmiş. Her gün Ekizler’den ‘Ekiz Goca’ da taş yarma saatinde gelir o da yemesine ortak olurmuş. Zira onlar daha
fakirmiş ve taşta un yarma onlarda olmazmış. Osman dedeler bir gün Ekiz Goca gelmeden taşı yaralım ve yiyelim demişler. Her günkü saatte ‘Ekiz Goca’ yine gelmiş. Ama bir türlü taş yarılmıyormuş. Goca, bugün siz taş yarmayacak mısınız diye sorunca, biz bugün erken yardık demişler. Goca bunun üzerine, sessizce kalkıp gitmiş. Bu hikayeyi babam rahmetliden dinlemiştim.
Fadime nene ve Gadı emmiyi Kükür- Enişbükü’ündeki babaları Osman Goca malikanesinde ziyarete gittim. Onları gözetlemek için evin üst tarafında bir tümseğe oturup izlemekteyken beni gördü ve “a İsmet gardaşım yeter, enderde hemen ne durun. Gelgeet gelgeet. Yanındaki eşeğimizi de, darı tarlasının üst tarafından getiregel. Geliken de Gadı dayına da sesleniver. Ben duyuramam, sen sesleniver. Orada hemen oturup boturmasın gelsin.”
Evlerinin altı ahır, ineklerin kaldıkları yer. Ahırın hemen üstünde ikinci bir oda daha var. O oda da kiler diyebileceğimiz bir yer. Yiyeceklerden kendi yetiştirebildikleri ya da dışarıdan temin ettikleri fazla olanların orada saklandığını görüyoruz. Daha sonra o odaya girip baktığımda bol miktarda kendi yetiştirmeleri kabakların olduğunu gördüm. Ben de kabak tatlısını severim. Fadime nene “gardaşım çok fazla oldu, sen içinden istediğini al götür, zaten ineklere vereceğiz” deyiverdi. Bu odanın üstünde de iki odalı bir kısım var. Bu tip evlere iki odalı salma ev deniyor. Dağ tarafındaki oda şimdiki şömine, eskilerin söyleminde taş duvar içine oyularak yapılmış ocaklık var. Diğer oda da yatmak için. Nene ve dayının serili durumda yatakları devamlı duruyor.
Üç katlı gibi görünen bu evin hemen çevresinde 100-200 metrekarelik mandallar halinde tarla var. Osman dedenin çocukları arasında bölüşülmüş herkesin payına 700-800 metrekare yer düşmüş. Fadime nenenin evinin hemen dibindeki tarlada darı ekili. Onun içinde de semiz otu(Onların söylemiyle toğmaken) var. Bununla da saç böreği yapılır. Darı unundan yapılan ve insanı uzun süre tok tutan saç böreği o ortamda yenmez mi?
Fadime nene beni karşısında görünce; a datlım gıymatlım iyi ki geldin, a gara gardaşım, nelerdesin, napan, eyi min? Şu an Gadı yok, o da gelince, horantacak eskilerden gonuşup conguldaşıverelim. Gelged gelged aha şuracığa bii inneşiver. Seni iddiba bii gucaklayım, cınnıdan Gadı da gelir, bereber oluruz.
Gardaşım bizi soracak olursan, Gadı’yla ikiciğimiz ocaklığın kenerinde işam odunun ataşına ayaklarımızı uzatıp çömüdüpbotururuz.
Ocaklığın kenerine ataşa yakın otur. Havalar daha soğuk, şu peşkiri de eyice çiğinciklerine sar, gızdırsın. Allah ocaktan ırak bizim yüzümüzden hasta olma.
Dün değel öndüğün, şırıl şırıl yamır yağdıdı, bi de ikiciğimiz zavrağın kenerine oturduyduk yamırı seyrederdik, meğersem dam delinivermiş. Anaaa başımıza bişey damlaa. Asbablarımız yamyaş oldu. Dambaşa çıktım güzelce bi yuvadım.
Acıkdidik undan iki patazınıhamır yoğuruverdim, gızgınca sıkım ve saç böreği eddik afiyetle yedik. Gardaşım bi de seninile börek yapıp yiyelim dedi.
Fadime nene bana diyor ki “a datlım ben ataşı yakıyorum ve hamuru oturduğum yerden yoğuracağım. Ben tarlaya inip toğmekeni toplamam çok zor. Çünkü ayaklarım çok ağrıyor. Sen de toğmeken getir, soğanlı, keşli, içini sen hazırlarsan börek yaparım dedi.” Ve benim yardımımla içini hazırlanması ve pişirmesi bana ait olmak üzere saç böreği yaptık. Börekleri tereyağı ile yağlayıp yanında tulukta yayılmış yayık ayranı ile yedik. Üstüne de darı unundan yapılmış bazlamayla, inek sütünün kaymağını balla karıştırarak yiyip karnımızı doyurduk. Ümmü, Ümmühan ve Eşşe ebelerin ve Mahmut ve Osman dedelerin ve diğer ölmüşlerin ruhuna varması için dua ettik.
Fadime nine şimdilerde dizlerinden ameliyat olmuş yürümekte bir hayli zorlanan hatta astım hastalığı da olan birisi. Şu anda kısa mesafelerde taşınması gereken çuval veya heğbe için bir eşekleri var. Benimle karşılaşınca ve bu sorduklarımı yazacağımı söyleyince eşekle ilgili bir iki hatırası olduğunu söyledi, ben de anlattırdım. Sözlerini değiştirmeden ifade ediş şekliyle sunuyorum.
Fadime nene ve Gadı dayı Enişbükü’nde otururlar. Bahsettiğim Osman Goca’nın oğlu ve gelini. Burası 2000 metre yükseklikteki Toros dağlarının tam dibinde, vadi diyebileceğimiz dere kenarında evleri. Gündüz saat üçten sonra güneş görmeyen dere kenarında. Buranın hemen 200 metre yükseklikte köyün bir mahallesi olan Sazak var.
Fadime nene, “a datlım gıymatlım” diye başlıyor: “Yukarı, Sazağa Gadı dayınla gittik, Gardaşım Ali Gazel’in Kur’anı vardı. Rahmetli oğlu için. Eşeğimize bindim. Gadı önde, ardıcın oraya geldiydik. Adı batmayasıcanın eşeği bir tünglüdü, menzilde taş vardı ve eşeğin üstünden düştüm. Kafam yere geldi, ağrım boynuma döküldü. Gızdım tekrar eşeğe binmedim ve eyi kötü eve geldik. İki üç gün hasta oldum.”
“Yulaf gökleği yolar, kurutur, sonra kışın ineklere vermek için çivliğe yerleştiririz. Çivliğin üstünde kuruması için serili otu karıştırırken bir cömrütledim aşağı düştüm ve bir şeyciğim olmadı. Bir iki gün korkulu olarak geçti.”
Fadime nene, çift sürmek için öküz ya da süt için inek beslerler. İneklere de ot ya da ağaçlardan dal kesip verilir.
“Belime keseri soktum, burunda bahçe var ve bahçedeki dut ağacından sığırlar için dal keseceğim. Elimde bıçkı keser vardı, sırığın üstünden dengemi sağlayamadım, aşağı tarlaya cömürtledim gittim. Ağrı sızım az oldu ama çok korktum. Birkaç gün korkulu bir şekilde devam ettim.”
Fadime nene, “a gardaşım bende eşekle ilgili başımdan geçen kazalarım çok” dedi ve şöyle devam etti: “Köyceğizden geliyorum Jandarma’dan(Ali Özkan’dan) eşeği aldım, dal gırdım eşeğin önüne goydum. Adı batmayasıca yemedi. Ben de eşeğe binmek için köprü g.tünün bu yakasında taşın üstüne çıktım. Taş sivrice. Eşeğe cüüyş dedim, hızlıca üstüne binmek için atladım. Ama çok hızlıca atlamışım ki, eşeğin öbür yüzüne geçiverdim ve düştüm.”
“Akçalan’da zeytin deşirmeye gittim. Gedik Yatağın bu yüzünde. Gadı eşeği çekiyor bende biniliyim. Düve (yaşı küçük inek) önden gidiyor. Eşekte arkasından gidiyor. Eşek tünğlüdümü ben düştüm. Küstüm, döndüm geriye. Gadı bir sürü zeytun toplamış geldi.”
“Fadime nene” öyle bir yerde yaşıyor ki, iki dağın arasında havaya baktığında birbirine çok yakın iki dağın tepesini ve sadece mavi gökyüzünü görebiliyor. Yani bir “goyağın” içinde yaşıyor. Bu “goyak” ne televizyon ne de telefon çekiyor. Yıllardır bu Anamurluca ve yörenin gerçek Türkçesini kullanmanın dışına çıkamıyor. Eskilerimizi, anılarımızı yaşatan bu “Fadime Neneye” teşekkürler.
Hoş kalın. Haziran 2017. İsmet Kadıoğlu