Ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz/Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz: Sözdeki ‘Ana’nın aslı ‘Ane’dir. Ane, Bağdat’ta bir uçurumun ismi. Yar ise, uçurum anlamındadır (Deveyi ‘yar’dan/uçurumdan uçuran bir tutam ottur sözündeki ‘yar’ aynı yardır.). Atasözünün aslı, “Ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz”dır. Ancak, “Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz” şekli de, kullanıla kullanıla asıl gibi olmuş ve böyle de kullanılır olmuştur. Çünkü bu şekliyle de anlamlı,kullanılması güzel ve yanlış olmaz. İnsanın kendine en yakın hissedebileceği kişi, onu doğuran annesidir. Çevremizdeki insanlar içinde anamız kadar bize candan bağlı yakın dost yoktur. “Ana gibi yar..” şeklindeki sözdeki ‘yar’, dost anlamındadır. Kişinin annesi diğer insanlar içinde yeri farklıdır. Ana kadar karşılıksız çocuğunu seven, ona gönülden bağlı, bir dost yoktur. Sevgi çeşitleri içinde ‘ana sevgisi’ karşılıksız sevgidir ve en güzel olan sevgi çeşididir. Başımız dara düştüğünde Hızır gibi yetişip elimizden tutmaya çalışan ve tutan ana… Sevgide farklı, kalpte farklı, koşuda farklı, yedirmede- giydirmede farklı olan bir melektir ana..
Atasözünün her iki halinde de söz konusu yer Bağdat’tır. Ve sözlerde Bağdat’ın önemi söz konusudur. Bağdat’ın farklı bir yer/diyar olduğu ve farklılığı anlatılmaktadır. Her iki sözden birincisinde uçurumun farklılığı, ikincisinde de ‘ana’nın farklılığı anlatılırken, her iki sözde de Bağdat’ın önemli bir yer olduğu anlatılmış/anlatılmak istenmiştir.
Sözün gerçeğinde anne değil Bağdat yakınlarında ismi Ane olan uçurumundan bahsedilmektedir. Yar kelimesi de uçurum anlamında kullanılmıştır.
Şehirler içerisinde Bağdat; Osmanlı dönemi ve daha öncesinden beri güzel, önemli ve gözde şehirlerden biridir. Bağdat; insanı kendine çeken, pek çok şehirde bulunmayan özelliklere ve güzelliklere sahip bir şehirdir. Evlatlar için de annenin diğer insanlar içinde yeri farklıdır.
“Ane gibi yar olmaz” sözünden de şunu anlıyoruz: Ana gibi de, sarp, ama manzaralı yar/ uçurum olmadığını anlatmak istediğini anlıyoruz. Ancak, Bağdat Osmanlılar için o kadar önemli bir şehir ki, ‘ane’yi ‘ana’ yapıvermiş. Tıpkı “Yanlış hesap Bağdat’tan döner” sözüyle Bağdat’ın çok eskilere dayalı bir ilim merkezi olduğunun bilinmesi gibi.
Haydan gelen huya gider/ Hayy’dan gelen Hu’ya gider Bu sözün aslı, “Hayy’dan gelen Hu’ya gider”dir. Hayy, Allah’ın isimlerinden biridir.Ezeli ve ebedi canlı, uyuklama, yorulma gibi noksanlıklardan uzak olan anlamındadır.
Hu ise, “O” anlamına gelir. Allah sözü yerine kullanılmıştır. Bu söz, Allah’tan gelenin Allah’a geri döneceğini anlatır. Kısaca her şey kalıcı/baki değildir, gelip geçicidir. Genelde çaba harcamadan/emek vermeden kazanılan şeylerin kolay kaybedilebileceği gibi düşünülür. Ancak, tam anlamı Allah’tan gelen Allah’a giderdir.
Yorulmadan ve emeksiz elde edilen şeylerin kolay harcanabileceğini düşünür ve biliriz. Atadan kalan malların bazı kişilerin har vurup harman savurduğunu söyleriz. Bu sözün anlamı da şöyledir: Sonunu düşünmeden hesapsızca harcayıp tüketmek. Genelde kişi kendi kazanmadığı malları harcarken böyle yapar. Buna kıymetini bilmemek denir.
“Haydan gelen huya gider” atasözünün anlamı ise şu şekilde: Kolay ve emeksiz kazanılan şeyler elden kolay çıkar. Bu söz içinde geçen “Hay”ın Allah, “Hu”nun da Allah yerine kullanıldığı zaman, Allah’tan gelen yine Allah’a gider anlamı çıkar. Kolay ve emeksiz kazanılan şeylerin kıymeti bilinmeden tekrar Allah’a geri döner. Emek sarf edilerek ve alın teri dökerek kazanılan tüm dünya varlıkları kalıcı şeylerdir.
Bu atasözümüz, zamanla tamamen değişime uğramış, değişmiş atasözlerimizden birisidir.Sözün aslının anlamı, “Allah’tan gelen, Allah’a gider”dir. Mecazi anlamı ise çok daha farklıdır. Haydan gelenin huya gitmesi, emek harcamadan, çalışıp alın teri dökmeden elde ettiğimiz şeylerin, bir anda yok olabileceği, bizden gideceği anlamındadır.
Kaliteli yaşamamızı sağlayacak şeyleri elde etmemiz; zenginliği, başarıyı, mutluluğu yakalaya bilmemiz, bazı olması gerekenleri yerine getirmemizle ilgilidir. Bunlardan biri para kazanmaktır. Dünyada yaptıklarımızdan zevk almamızın temelinde para olduğu düşünülür.Para kazanmak meşru yollarla olmalıdır. Parayı kazanmanın meşru olanı ise, çalışmak ve emek vermektir. Çalışmayı, alın teri dökmeyi kendisine ilke edinenler, başarılıdır ve çok fazla kazanç elde etme imkanına sahiptir. Çalışarak, emek vererek elde edilmiş kazancın hem bereketi çok olur hem de kalıcıdır. Zorluklarla ve terleyerek kazanan insan, kazancını kaybetmemek için de her şeyi yapar. Ancak hazıra konan, baba mirası yiyen veya oradan buradan gelen paranın, zenginliğin kıymeti bilinmez. Kişi onu hızla harcamaya, çarçur etmeye başlar. Varlığı çabuk tüketir.
Oğlu babasına, baba ben büyüdüm artık evlenmeliyim der. Baba oğluna tamam oğlum bugün 1 (bir) lira kazan bana getir seni evlendireyim der. Oğlan annesinden bir lira ister ve babasına gün sonu getirip verir. Baba bir lirayı balkondan aşağı atar. Ve bir lira yarın da kazan getir der. Oğlan yarın da abisinden bir lira alıp akşama babasına getirip verirince baba yine balkondan aşağıya fırlatıp atar. Baba yarın da bir lira kazanıp getir ondan sonra seni evereyim der. Yarına oğlanın bir lira alıp getireceği kimsesi yoktur. Çaresiz kendisi çalışıp bir lira kazanıp babasına getirir. Baba tekrar bir lirayı balkondan atacağı sırada; daha öncekilere bir tepki göstermeyen oğlan bu kez babasının elini hızlı bir hareketle tutar ve parayı attırmaz. Ve baba tamam oğlum seni evereyim der. Terleyerek kazanılanı insan, kazandığını kaybetmemek için elinden gelen her şeyi yapar. Kendi kazandığının kıymeti bilirsin. Hazıra konulan malın, baba mirasının kıymeti bilinmeyebiliniyor.
Başarılarımızın, elde ettiklerimizin kalıcı olmasını istiyorsak, onları çalışarak elde etmeye özen göstermeliyiz. Aksi takdirde, dünyanın tüm hazineleri ayağımıza serilse dahi, elimizden hemen gidecek, kaybolacaktır.
Konumuzu bir alıntı yazı ile bitirelim: Yaşlı bir avcı ile bir delikanlı birlikte ava çıkarlar. Bir dağın eteğine yavaş yavaş tırmanırlarken rüzgarın, kurumuş ot öbeklerini köklerinden söküp sürüklediğini gördüler. Rüzgar, bu kurumuş ot topaklarını sağa sola savurduktan sonra, dağın hemen kuytusundaki büyük bir çukura doldurmaktaydı. Bu durum, delikanlının çok ilgisini çekti. Yürümeye devam ederlerken iki de bir durup rüzgarın kurumuş otlarla oynadığı bu oyunu izliyordu. Delikanlının durup durup geriye baktığını gören yaşlı avcı:
“Nereye bakıyorsun öyle?” Diye sordu.
“Rüzgarın yaptığına bakıyorum,” dedi delikanlı. “Otları yerlerinden çıkardı; sonra onları toplayıp şu aşağıdaki çukura doldurdu.”
Çukurda birikmiş kuru tor topaklarına bakan yaşlı avcı, başını salladı.
“Böyledir bu… Haydan gelen huya gider” dedi. Delikanlı soru dolu gözlerle yaşlı avcıya baktı:
“Hay nedir?”
“Bayır demek… Eskiden bayırlara hay derdik.” “Ya huy?”
“O da çukur demek… Eskiden huy derdik.”
Hoş kalın. Haziran 2018. Anamur. İsmet Kadıoğlu.