Ben, Fransızca, İngilizce derslerini, eğitim gördüğüm dönemlerde okudum. Bu dillerde yazılmış kaynakları anlayabilmek için, bu diller bize öğretilmeye çalışıldı. Osmanlıcadan bahsedilmedi ve Osmanlıca yazılmış kaynakta gündemimde olmadı. Milli Eğitim Şura toplantısıyla gündeme gelen Osmanlıca dersin okullarda okutulması tartışması, beni yine ilgilendirmedi ama bir türlü bitmeyen tartışmalar ve bunlarla ilgili yazılı ve görsel basında çıkan yazıları okumak durumunda kaldım. İster istemez gündem konusuna ilgisiz kalamadım. Ve bu konuda yazılanlardan, sizlerle illa kilerim olmadan anladıklarımı paylaşmak istedim.
Karşılaştığım bir ifade; “Osmanlıca, bağımsız bir dil değildir. Osmanlıca Türkçenin bir dönemine verilen isimdir. Osmanlı Türkçesi ya da Osmanlıca, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’de geçtiği haliyle Türkçe, 13 ile 20. yüzyıllar arasında Anadolu'da ve Osmanlı Devleti'nin yayıldığı bütün ülkelerde kullanılmış olan, Arapça ve Farsçadan etkilenmiş Türk dilidir.”
“Klasik devirde “Osmanlı Türkçesi” ayrı bir dil olarak algılanmış, üç dilden oluşan bir karışım olarak görülmüştü. “Türkçe” ise, evde, sokakta ve köyde konuşulan basit dile verilen addı. Ancak 19. Yüzyılda standart bir yazı dili ihtiyacının belirmesiyle birlikte Osmanlı dili tartışmaları yoğunlaştı.
Bu dilin belkemiğini oluşturan Türkçenin güçlendirilmesi ve yazı dilinin Türkçe konuşma diline yaklaştırılmasına ilişkin talepler, Şinasi, Ahmet Vefik Paşa gibi yazarlarca dile getirildi. 19. Yüzyıl sonlarında doğan Türkçülük akımı, Osmanlı yazı dilinin esasen Türkçe olduğu ve “Türkçe” diye adlandırılması gerektiğini vurguladı.
“Cumhuriyet döneminde ise ,”Osmanlı Türkçesi” deyimi genellikle olumsuz bir anlam kazandı. Dil devrimini izleyen kültürel ortamda, “Osmanlı Türkçesi”, Türkçeden ayrı ve yoz bir dil olarak görüldü.
Türk Dil Kurumu’nda 1983’e dek bu görüş egemendi. Buna karşılık Osmanlı kültürüne yakınlık duyan muhafazakar kesim, Osmanlı yazı dilinin de Türkçenin bir lehçesi olduğunu vurgulamak amacıyla “Osmanlı Türkçesi” deyimini tercih etti (örneğin Faruk Kadri Timurtaş, Mustafa Özkan vb.)”
Mehmet Doğan, Osmanlıcayla ilgili yazdığı köşe yazısında da şöyle demiş:
OSMANLICA BİLMEK KÖTÜ MÜ?
Bilmenin kötüsü olur mu? Sen bilmekten imtina etsen bile elin oğlu öğreniyor, geliyor ve senin arşivlerinde kalabalığı onlar teşkil ediyor. Bu ülkede bütün vatandaşların hiç olmazsa elifi görünce mertek sanmaması lazım. Çünkü bin yıl bu alfabe ile yazdık, kütüphaneler dolusu eserler, arşivler dolusu malzeme ortaya koyduk. Sonra birden “sen bize lazım değilsin” dedik. Bin yıllık kültürü bir anda müze malzemesine dönüştürdük diyor.
Osmanlıca ister dil ister Arap alfabeleriyle yazılmış Türkçe olsun, bin yıl bu alfabeyle yazdığımız, kütüphaneler dolusu eserler, arşivler dolusu oluşturulan eserler, harf devrimiyle, müze malzemesine dönüştürülmüş. Ama bu malzemeler benim geçmişim.
Geçmişi olmayanın geleceği olmaz. Yahya Kemal “Ben kökü mazide olan atiyim” der. Tarihimizle ilgili olmamız, ilgilenmemiz gerekir. Mazisiz bir gelecek düşünülemez. Geleceğimiz; köklerde, geçmişimizdedir, geçmiştedir.
Eğer geleceğe bakmak istiyorsak, gözümüz mâzide olması gerekir. Sanatımıza, kültürümüze, çağdaş uygarlık seviyesine uygun bir şekilde, değerlerimize sahip çıkmalıyız. Eğer sahip çıkmaz isek yetiştireceğimiz nesillerin Türk Milleti’nin, geleceğine sahip çıkmasını bekleyemeyiz. İçinde bulunduğun zamanı kaliteli yaşayabilmenin bir adımı da geçmişten ders alabilmektir. Geçmiş değiştirilemez ama şu anımıza ve geleceğimize iyi bir yol haritası olur.
Arşiv kelimesi, Türkçe’ de belgelik, dosyaların, bilgilerin saklandığı, muhafaza edildiği yer anlamına gelmektedir. Ülkelerin bilgi birikiminin önemli bir kısmı arşivlerinde bulunur. Geçmişteki yazılmış tarihin her parçası arşivlerde saklanır. Türkiye’nin arşivi denildiğinde, ilk akla gelen Osmanlı Arşivleridir.
Arşivlerdeki belge ve bilgiler yastık altındaki saklanan altınlar gibidir. Bu altınlar ortaya çıkarılmalıdır. Hiç kimse bu geçmişini tanımlayan hazinenin önemli olmadığından bahsetmez, edemez. Bu hazine de kendiliğinden yastık altından dışarı çıkamaz. Arşive girmek gerekir ve girdiğinde de hazineyi okuyabilmek gerekir.
Anamur’un geçmişini bilmek istiyorum. Osmanlı dönemi, varsa daha eski dönemlerde, Anamur neydi, kimler yaşadı, hangi alimler vardı, eski Anamur’daki tarih nedir, buna benzer daha bilmediğimiz tarihte yaşanmış ama yok olmuş şeyler. İşte bu ve benzeri bilgilerin belgesi. Yani arşivi. Bize en yakın tarih Osmanlı Arşivleri.
Anamur’un geçmişini; Dil ve Edebiyat Derneği Mersin Şube Başkanı, Mersin Evlerini ve Tarihi Yapıları Koruma Derneği Başkanı, Mersin Kent Tarihi Müzesi kurucusu Sayın Mustafa Erim uzun yıllar, Osmanlı Arşivleri üzerine yaptığı çalışmalarla Anamur’un tarihini, “OSMANLI BELGELERİNDE İÇEL SANCAĞI ANAMUR KAZASI “ isimli kitabıyla gün ışığına çıkarmış.
Kitabı, sağ olsunlar bana gönderdiler. Kitapta 100 tane Anamur’la ilgili Osmanlı Arşivlerinden bulunmuş belge var. Ancak o belgelerin orijinal hallerini okuyamıyorum. Neden Osmanlıcanın varlığından haberim yok. Osmanlıca yasak mıydı acaba?
Dünya imparatorluğu kurmuş, Osmanlı İmparatorluğunun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, yeniden bir enerjiye bir merkeze ihtiyacı olabilir. Bu merkez Osmanlı’nın yeniden keşfiyle oluşturulabilir. Bunun için ise Osmanlı’yı tanımamız gerekiyor. Bizi dünyaya örnek yapan değerlerimizi görmemiz gerekir. Dilini alfabesini bilmeden keşfedemeyiz. Bundan neden korkuyoruz, yabandan değil kendimizden geçmişimizden bahsediyoruz.
Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle aylardır ekranlarda izleyemediğimiz Kenan Işık, yarışma programında çıkan bir soru üzerine, Osmanlıca üzerine bakın, “Keşke Osmanlıcaya bu kadar gaddarca davranılmasaydı” demişti.
Bu tartışmalar, Osmanlıca yasak mıydı acaba sorusunu karşıma çıkardı. Ama iyi de oldu. Tartışmaların, gerçekleri ortaya çıkaracağına inanıyorum. Hoş kalın. İsmet KADIOĞLU Aralık 2014.