Hasan TÜLÜCEOĞLU
Gönül denildiğinde, Neşet Ertaş’ın kendine özgün “ah neyleyim gönül senin elinden”
türküsünü, bu türkü söz konusu olunca da televizyonların henüz köylere girmediği radyolu
günlerde bakkal İsmail amcanın büyük ahşap kutuyu andırır radyosundan özellikle sıcak
nemli Çukurova temmuz günlerinin Neşet Ertaş’ın tüm köyde yankılanan gönül türkülü
nispeten serin sabahlarını hatırlıyorum.
Sonrasında elbette sevgi ilişkilerini hatırlatır gönül. “Vermişler ama kızın gönlü
başkasındaymış”, “gönüllü kaçmış”, “gönlü yokmuş” gibi dedikoduları devamında hatıra
Devletin gönlüne gelince kızın, erkeğin gönlü olduğu gibi elbette mecaz anlamda
devletin de gönlü vardır. Bu ifadeden kastedilen devlet iradesinin bu seçeneğini belli bir
Başlangıçtan itibaren Osmanlı çöküş dönemine kadar devletin gönlü, Batıya ulaşmak,
ona sahip olmak iken zayıflama sonrası bir ara arafta kalmakla birlikte sonuçta yine Batı
olmuş ama bu defa sahip olmak değil öykünürcesine onun gibi olmak şekline girmiştir.
Tuttuğunu un ufak edip karşı koyulmaz gönül koymuş bir delikanlı gibi Batıya
yönelirken yüzyıllar sonra o yiğit delikanlı güç ve kuvvetten düştüğünü aksine gönül
koyduğunun erişemeyeceği denli güçlü duruma geldiğini sonunda anlayıp görecek ama bunu
Lale devri, gönül koyulan sevgiliye sahip olma, onun gönlünü kazanma anlamında
Batıya öykünme, ilk batılılaşma hareketiydi. Arada Batıyla mesafelerin henüz fazla olmadığı
bu masum batılılaşma hareketi, Türk filmlerindeki kötü karakteri andırır Patrona isyanıyla
durdurulmasaydı bugünkü konumumuzun Batıya karşı en az Japonya seviyesinde olacağını
Gönlünü güzel, üstün ve güçlü batılı sevgiliye kaptırmış Osmanlı yağız delikanlısı,
elbet tek başına buyruk değildi. Onun bu makul, güzel ve bir anlamda zorunlu yaklaşımına
kendinden bir duygu, bir güçsüz gönül hayır diyecekti. Ve bu Patrona namında ve
görüntüsünde cisme bürünecek ve devamında yıkım ve akamete dönüşecekti.
Lale devriyle iyi bir batılılaşma başlangıcı devamında toplumu güçlü ve canlı yapan din
damarının fay hattı benzeri kırılmasıyla Batıyla mesafenin bir elli yıl daha açılmasına sebep
olacaktı. Ancak devletin aklı, gönlüyle birlikte kurtuluş için Batı gibi olmaktan başka çareler
olmadığını anlamış ve buna artık gönül koymuştu.
III. Selim, bu uğurda kendini feda eden gözü ve gönlü Batıda ilk yağız delikanlıydı.
Batıyı tanımak için ciddi ön çalışmalar yapılmış ve üst düzeyde resmi araştırmacılar
gönderilmiştir. Bu çalışmalar sonucu ciddi araştırma ve bulgulara ulaşılmıştı. Devlet,
daha köklü geniş ve makul Batı açılımı planlamıştı. Bunun ilk uygulaması ve aynı zamanda
görseli ‘nizam-ı cedit’ti. Bu yeni ordu sisteminde muvaffakta olunmuştu. Bu orduyla başlayan
batılılaşmanın, Batı açılımının devamı, ikinci üçüncü adımları, maalesef bu defada bir başka
kötü karakter Kabakçı Mustafa görseliyle yine toplumun dini fay hatlarının bazılarının
kıpırtılmasıyla Batıya gönlünü kaptırmış yağız delikanlı mesabesindeki III. Selim’in hayatına
mal olarak akamete uğrayacaktı.
Hariçten bir yağız delikanlı konumunda II. Mahmut’un imdadına Alemdar Mustafa
paşa yetişmekle birlikte o derinden oynayan fay sarsıntıları Alemdar’ı da II. Mahmut’un
II. Mahmut’la gönül koyduğundan vazgeçmeyen devlet, artık belli bir tecrübe de
kazanmıştı. II. Mahmut’un tecrübeli, akil ve makul çalışmaları ‘nizam-ı cedid’in başka bir
versiyonu ‘sekban-ı cedid’i kuracak ve devamında ‘vakay-ı hayriye’ diye isimlendirilecek
yeniçeriliğin kaldırılmasını sonuç verecekti.
Devlet eliyle ilk resmi batılılaşma uygulamaları, bundan dolayı halk arasında ‘gavur
padişah’ diye anılacak II. Mahmut zamanında gerçekleşecekti.
Abdülmecit döneminde artık devletin gönlü açık ve aşikar ortaya çıkmış; Tanzimat
fermanıyla bu, Mustafa Reşit paşanın dilinden açıkça ifade edilmişti. Devamında Islahat
Gerçekte iri ve güçlü olan Abdülaziz, devletin özlemini çok çekip teranesini çok
söylediği batılı güzeli bizzat gidip gözleriyle görmek istedi. İlk ve son defa bir padişah devlet
üst düzey kadrosuyla tüm Avrupa’yı ziyaret edecekti.
Devlet artık yeni bir fırsat yakalamış; batılılaşmada, onlar gibi olmada büyük adımlar
atmıştı. İşte belli bir birikime ulaşıldığı tam bu püf noktasında Patrona ve Kabakçı’dan farklı
bir kırılma yaşanacak ve halkla devleti birbirinden uzaklaştıran, başarmak üzere olduğumuz
batılılaşmadan ilerleme ve güçlenmeden geri koyan, bu vahim kırılma alışkanlık halinde adeta
günümüze kadar devam edecekti.
Bugünkülerin anası bir darbeyle, gönlünü temsil görselinde kraliçe Victoria’ya düşüren
sultan Abdülaziz tahtan indirilecek, bu yetmeyecek, korkulan bu iri ve güçlü delikanlı intihar
süsü verilecek bir suikasta kurban gidecekti.
Bizim için bu kırılma çok önemli, herkesin istediği batılılaşmaya talip istekli ve bizzat
Batıyı gidip gören bu Padişah böyleyken niçin tahttan indirilecekti? Bu kırılma bizim bel
kemiğimizin, devlet hayatımızın sırrıdır. Çözüldüğünde veya çözdüğümüzde dünya bize çokta
II. Abdülhamit, bu yaklaşımı biraz katı yönetimiyle otuz üç yıl kontrolünde tutmaya
çalışırken Cumhuriyet’in temellerini atacak asıl batılılaşma ve modernleşme çalışmalarını
başarılı bir şekilde uygulayıp yürütecekti. Abdülaziz döneminde kırılmayı sağlayanlar, Patrona
ve Kabakçı kırılmalarını ebediyen engelleme amaçlı mühendislik uygulamasıyla sultan
Abdülhamit’i de tahtan indirecekler veya razı ve ikna edeceklerdi. Her kesimden sağanak
sağanak eleştiriler yağdırılan Abdülhamit, aslında devletin gönlünü doğru görmüş ve planlı
Devamında devletin gönlü alternatifsiz elbette Cumhuriyet’e gidecekti.
Yaşadığımız günlerde devletin gönlü yine bir yol ayrımında.