“Ben ki, Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın
yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve
Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Kürdistan’ın ve Azerbaycan’ın
Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve
Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce
atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla
fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân'ın torunu, Sultan
Selim Hân'ın oğlu, Sultan Süleyman Hân’ım. Senki, Françe vilayetinin kralı Françesko
(François,Fransuva)’sun.” (http://www.ktuvakfi.org.tr/muhtesem-mektup)
Sahip olunan güç ve iktidarın doğal yansıması olan bu sözler aslında çokta sade ve
mütevazi sayılır. Asırlardır dünyada en büyük güç olmayı korumuş ve sürdürmüş ecdadımız
Osmanlının son temsilcileri alışkanlıkla sürdürmeye çalıştıkları güç ve ihtişamı reelde sahip
olmadıklarını bildikleri halde kabullenmek istemiyorlardı. Gerçek karşı tarafça da bilindiği
halde asırların verdiği alışkanlık kolay terkedilemiyordu.
Gerçek dünyada çoktan kaybedilen güç ve hakimiyeti kendi huzurlarında devam
ettirmek ve dışarıya karşı görselde yansıtmak adına zamanın güçlülerinin saraylarını andırır
bir devlet mekanı yapılmalıydı. İşte bu yaklaşım ve anlayışla güç ve ihtişamın yansıtılacağı
Dolmabahçe Sarayı Sultan Abdülmecit zamanında yaptırılır.
Şanımıza layık saray anlayışının yerlerden tavana kadar çok abartıldığı, bu uğurda
hiçbir emek ve masraftan kaçınılmadığı Cumhuriyet yöneticilerince de Batıya karşı öne
çıkarılan Dolmabahçe, çok ağır faturaya(5.000.000 altın) mal olmuştur. Bu fatura devlet
maliyesini o kadar sarsmıştı ki “Abdülmecit döneminde üç milyon kese altın olan sarayın
borcu, Maliye Hazinesi'ne aktarılınca, zor durumda kalan maliyenin, aylıkları, ay başı yerine
ay ortalarında, sonraları da 3-4 ayda bir ödemek durumunda kaldığı”(tr.wikipedia.org) ifade
Devlet bütçesini sarsma pahasına muhteşem bu görsel, 150 yıl geçtiği halde hala
realitede güçlü olunamayan bir devlet olarak devam ettiğimiz düşünüldüğünde toplum olarak
görüntü ve gösterişe ne kadar önem verdiğimizin tarihsel göstergesidir. En düşük gelirli
vatandaşımızın varlıklı biri gibi görünme adına kredi kartı batağına saplanması bu açıdan
gayet doğaldır.
Gerçek güç ve ihtişamın sahip olunduğu dönemlerde Osmanlının devlet mekanı olarak
kullandığı Topkapı sarayı o ihtişama göre çok sade ve mütevazi iken gücün kaybedildiği
dönemde Dolmabahçe de elbet yapı olarak kaybedileni devam ettirme gayretidir. Osmanlı
devlet yönetiminin, Bursa Bey Sarayı ve Topkapı’ya göre çok daha sade Edirne Sarayı
dışında öyle gösterişli mekanı olmamıştır. Böylesine mütevazi devlet anlayışı, batılılaşmanın
başladığı son dönemde peş peşe saraylar inşaa ettirmiştir. Yıldız, Çırağan, Beylerbeyi ve en
muhteşemi Dolmabahçe Sarayı batılılaşma etkisine girildiği Osmanlı son döneminde batılı
mimarlara ve batı mimari etkisinde yaptırılmıştır.
Lafla peynir gemisi yürümez özdeyişine sahip İstanbul’un fethinde gemileri
karadan yürüten bu milletin yönetim konumundaki evlatları, maalesef kendi milletlerinin
öz deyişlerinin aksine gemilerini yürütmek ve en büyük ve güçlü hala kendileri olduklarını
göstermek adına sermayeleri adına yaptırdıkları bu mekanlarla teselli bulmaya çalışmışlardır.
Yukarda ifade edildiği üzere bu görseller güç ve kudreti maalesef geri getirememiştir.
Günümüzde hala durum bu minval üzeredir. Sanki anlayışımızda değişen fazla bir şey
olmamışa benziyor. Muhteşemliği gösterişli saray yaptırmada gören zihniyet günümüzde
gelişmişliği otoyollar, viyadükler, gökdelenler, rezidanslar, adliye sarayları, komple vilayet
binaları, irili ufaklı çok katlı binalar yapmakta görüyor.
Bir pop şarkısının sözü gereği bunlar dünyanın her yerinde var. Gelişmişlik, gelişmek,
güçlü olmak başka bir şeyler olmalı.