Hasan TÜLÜCEOĞLU
Üstad Necip Fazıl bir anlatısında, yoksulu, otomobil göndererek evine çağıran zengine
karşılık yoksulun otomobili reddederek kendi at arabasıyla davete gitmesinin zengini müthiş
şekilde öfkelendireceğini, yoksulun bu tavrıyla zengine karşı eziklik hissetmeyip bir anlamda
üstünlük sağladığını ifade eder.
Bugün gelinen noktada parayı elinde bulunduran güçlerin üst düzey nice kimseleri
bu kapana çektiğini daha iyi görüyoruz. Toplum olarak keşke Üstad’ın anlatısındaki yoksul
gibi yoksunluklarımıza rağmen elin gavuruna karşı kendi onurumuzu koruyabilseydik. Bir
Japonya, bir Çin, bir Kore olabilseydik..
Hasır izlerinin vücuduna çıktığı Efendiler Efendisine Kral ve Kisraları hatırlatan
Hz. Ömer’e ‘dünya onların ahiret ise bizim olsun’ diyen Peygamber Efendimiz, hem de
sonrasında Kral ve Kisraların nimetleri önlerine geldiğinde Hz. Ömer ve Hz. Ebubekirler
dünyayı ellerinin tersleriyle itmişler ve her şeye rağmen tabiatlarını, özgünlüklerini ve en
önemlisi safiyetlerini korumuşlardır. Sasani ve Kudüs fatihi Ömer’in elbiselerinde çok fazla
yama vardı. Aynı Ömer’in, Bizans kralları benzeri yapılar yaptırıp onlar vari hayat süren Hz.
Muaviye’ye karşı bir anlamda sessiz kalması İslam’a karşı içten sinsi bir kapının açılmasına
yol açmıştı. Allah inancına karşı zararlı addettiği kitaplara gösterdiği hassasiyeti Suriye’deki
bu uygulamaya gösterip Muaviye’yi görevden almış olsaydı muhtemelen İslam’ın gelişimi
daha özgün ve safiyetini korumuş olacaktı.
Dinde yeni oluşan bu yaklaşıma Hz. Ebu Zer, karşı çıkacak ancak artık temele işleyen
bu damar onu Rebeka’da yalnızlığa ve sürgüne mahkum edecekti.
İspanya’ya ulaşan İslam orduları komutanı Tarık bin Ziyad, İslam askerlerine savaş
öncesi gayri müslim kadınlarını vadetmişti. Ben bunu ilk okuduğumda inanmak istemedim.
Efendiler Efendisinin en büyük vaadi cennetti. Tebük seferinde eşlerini ve hurma bahçesini
bırakamayıp savaşa katılmayan Hz. Muaz onu aklayan ayet gelinceye kadar bunun aylarca
cehennem azabını çekmişti. Mute’de şehit olan Abdullah bin Revaha’nın zihnen ailesini bir
türlü terkemedeğinden cennette tahtının eğri olduğunu Efendiler Efendisi haber verecekti.
Ne Efendiler Efendisinin ne ehli beytinin ne de onun Hülefa-i Raşidin’in saray
yavrusu evleri olmamıştı. Kendisinden mütevazi bir şekilde yardımcı isteyen kızı Hz.
Fatıma’ya bu şekilde devem etmesinin onun için daha hayırlı olduğunu hatırlatmıştı
Belli bir zaman aşamasında dünya nimetleri onlara dönmeye başlayınca Resul’ün
eşleri bu nimetlere gark olmak istediklerinde şu ayetle uyarılmışlardı: “Ey Peygamber!
Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma
bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret
yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat
hazırlamıştır.”(Ahzap, 28-29. Ayetler)
Toplum olarak Batı’nın cennet vari güzelliklerinden onlardan almak yoluyla bizde
edinmek istediğimizde aynı zamanda geri sayışımızda başlamıştı. Sahip oldukları nimetler,
güzellikler, edindikleri teknik ve teknolojilerine göre geride gibiydik. Teknik üstünlüğün
getirisiyle savaş kaybetmeye başlamamızla birlikte geri kalmışlık duygusunu tevarüs etmiştik.
Bugün hala aşamadığımız asıl sorunlar buradan kaynaklanmıştı.
Şeklen olmakla birlikte hiçbir zaman Batı gibi olamadık. Her şeyi Batı’dan satın alıp
edinmek yanlışıyla başladığımız batılılaşma bugün hala aynı mantıkla devam ediyor. Satın
aldıklarımızı kendimiz yapmayı, üretmeyi nedense hiç düşünmedik. Batı’nın ihsanıyla bazı
şeyler günümüzde bile montaj düzeyinde yapıla bilinir hale geldi. İşin birde bizce en önemli
olan kültür boyutu var. Onlardan parayla tevarüs ettiğimiz teknoloji ürünleri bize onların
kültürüyle gelmekte. Batılılaşmanın başlangıcında batılılaşmaya güçsüz bir din kaynaklı
toplumsal tepkinin temelinde bu nüans vardı. Ancak bu, o gün açık ve net olarak ifade
Batılılaşma, geri kalmışlık, din, İslam denirken günümüze gelindiğinde hayatımızın
odağında yer alan en çok kullanıp hemhal olduğumuz eşya, nesne, alet, edevat maalesef
kültürüyle bize giren Batı teknoloji ürünleridir. Bunda bir mahsur, bir zarar, bir sakınca
olmasa da sonuçta Batı’yı ve Batı’nın üstünlüğünü şuur altında ifade ediyor.
‘Ferrarisini satan bilge’, Batı hayat tarzına alternatif olarak kendi, özgün, asırların
getirdiği geleneksel doğal yaşamı sunmaktadır. Batı’nın en güzel sembolü olan ferrarisini
satarak bu hayatı terk ettiğini, kendi özgün hayatlarına döndüğünü ifade eder. Dahası yeniden
sağlık sıhhat, huzur ve mutluluğu yakalamak için kendi geleneksel, özgün, doğal hayatlarına
dönmeleri gerektiği vurgulanır.
Ferrrarilere binen bizim hacılarımız(dindarlar) Çinli bilgenin diğerkâmlığını
mümkün değil gösteremezler. İyi de Batı’nın ferrarisiyle sonuçta ulaşılacak yol Batı’dır, Batı
medeniyeti ve kültürüdür; yani dünyadır. Batı’nın teknolojisini kullanmak Batı’ya karşı bize
dünyalık bir üstünlük sağlamadığı gibi kesinlikle cennete de ulaştırmaz.
Yoksul, saf dini duygulara sahip insanlara dinden, imandan, kafirlerden, onların
zalimliğinden bahsedip vaaz-ü nasihat edeceksiniz, hemen sonrasında Ferrarilere binip toprak
yolda gariben köylü çocuklarını toza dumana boğan Şevroleler gibi o insanları geride bırakıp
gideceksiniz. Sonrada ‘elhamdülillah Allah nasip etti ferrarilere biniyoruz’ diyerek bir adım
ilerisinde etkinize aldığınız insanlara ‘hocamız, ağabeyimiz dine hizmet için koşturuyor’
Söyler misiniz, böyle bir kimlik ve profille İslam’a mı, yoksa Batı’ya mı, Batı
kültürüne ve onların üstünlüğü zımmi duygusunu yaymaya mı hizmet ediyorsunuz? Her
şeyiyle Batı kültürü kokan, Batı teknolojisine hazır ve onsuz edemeyecek derecede büyük
pazar olacak toplum mu hazırlıyorsunuz?
Başa dönecek olursak bugün, Üstad Necip Fazıl’ın verdiği örnekle anlattığı hakikat
gerçekten çok manidar ve üzerinde derin tahliller gerektiren en önemli meseledir.