Hasan TÜLÜCEOĞLU
DEVLET İRADESİNİN BİLİM VE TEKNOLOJİYE ETKİSİ
Ziya Paşa, “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm; Dolaştım mülk-i islamı 
bütün viraneler gördüm” derken aslında kendi ülkesindeki harika dini mimariyi görmezden 
geliyordu. Her biri bilim ve sanat göstergesi olan Anadolu ve İstanbul’daki camiler bugün hala 
ayakta olarak, onları ortaya koyan özgün bilim ve teknolojiyi işaret ediyor. Elbette ki bunlar 
özgün bir bilim ve kendine has teknoloji eseriydi. Bilgisiz ve tekniksiz her biri birbirinden 
muhteşem bu eserlerin ortaya çıkması imkansızdır. 
Mimaride zengin bir bilgi ve bilimsel çalışmaya ulaşan ecdadımız diğer alanlarda cahil 
ve çaresiz miydi? Mimaride zirve yapan Osmanlı hatta Selçuklu bilginlerinin mimari dışında 
amiyane ifadeyle kafaları çalışmıyor muydu? Değilse diğer alanlarda neden benzer çalışmalar 
yapılmamıştı? Bilimsel ve tekniksel alt yapısı olan mimari çalışmalar neden belli bir aşamadan 
sonra kesilip inkıtaa uğratıldı? Ve asıl soru Batıya karşı geri mi kaldık yoksa geri mi bırakıldık?
Aslında meselenin büyük ayağı tekfur kızlarına meyilden başlayıp muhteşem Batı 
hayranlığını sonuç veren bir yaklaşıma sahip devlet iradesinin kullanılmasında yatmaktadır. 
İslam devlet idarecileri, yönetim zeminlerini kaybetmemek için toplumu bazen halka 
hissettirecek ölçüde kontrol ve geniş bir ihata altında tutmuşlardır. Bu baskının fazla 
hissedilmediği dönemlerde bilimsel çalışmalar serpilip gelişmiştir. Bu dönemler de maalesef 
Antik Yunan eserlerinin Arapçaya çevrilmesiyle yeni bir ivme kazanan İslam dünyası, 
bu bilimsel çalışmaları sürdürüp kendine has teknoloji ortaya koyacak aşamaya gelmiştir. O 
günkü bilimin görsel yansıması olan rasathaneler ağırlıklı sürdürülen çalışmalar sonucu bazı 
teknolojik alet ve ürünler ortaya konmuştur. Bir çok teknolojik ürün ise İslam bilginlerince 
kitaplarda tarif edilip kayıt altına alındığı bu aşamada edinilen bilgiler nedense pratiğe 
dökülüp ortaya çıkartılmamıştır. 
Harun Reşit zamanında İslam bilginlerinin ‘çalar saat’ yaptıkları ve Batılı bir devlet 
büyüğüne bunun hediye edildiğinden bahsedilir. Bu bilgi gerçekte doğru ise namaz ibadeti 
gereği zamanı ölçen böyle bir alete ihtiyaç duyan Müslümanlara bunun pratik sunumu neden 
yapılmamıştır da bu sebepten günümüzde en basit teknoloji ürünü konumuna gelen saatleri 
milyonlar ödeyerek Avrupa’dan ithal ediyoruz. 
Avrupa’nın hayal bile edemediği uçmayı, asırlar öncesinden düşünerek bilimsel 
çalışmaları sonrası ilk uçuş denemesi yapan İsmail Cevheri’nin devamında Galata kulesinden 
Üsküdar’a kadar ilk defa başarılı bir uçuş yapan Hazerfan Ahmet Çelebi, sürgün yerine 
desteklenmiş olsaydı bugün uçak teknolojisinin kalbi muhtemelen biz olacaktık. 
İlk dünya haritasını gerçeğe çok yakın çizen Piri Reis, evhamlı devlet iradesinin kadrine 
uğramak yerine teşvik ve destek görmüş olsaydı ‘denizcilik ve ulaşım’ sektörü bugün kimin 
kontrolünde olurdu aceba? 
İlk biyolojik çalışmaları yapan Akşemsettin, fetih sonrası bir köşeye uzlete çekilmeye 
zorlanmasaydı kim bilir bio-kimya da ne aşamada olacaktık? 
‘Ama Osmanlı Padişahları, alim ve bilginleri korumuş ve himayeleri altına almışlardır’ 
itirazını duyuyoruz. Aslında bu, koruma ve himaye değil kontrol altında tutmadır. İslam 
devlet yöneticileri her zaman alim ve bilginlerden çekinmişlerdir. İşlerine geldiği noktada 
onları kullanmış ve kullanmak istemişlerdir. İmam-ı Azam Ebu Hanife, Ahmet bin Hanbel ve 
İmam Şafii gibi alimler, devlet iradesinin yönetim zeminlerini sağlamlaştırmak için onlardan 
istediklerini yapmadıklarından işkence ve zulme maruz kalmışlardır. 
İslam devlet yöneticileri, hükmetme güçlerini kaybetmeyi hiçbir zaman riske 
atmamışlardır. Evhamlanmaya vesile olacak icat ortaya koyan Hazerfan derdest edilip 
susturulmuş; çok geniş bilgiye sahip Piri Reis akdenizin kuytu köşelerinde derin bir gücün 
zoruyla ortadan kaldırılmıştır.
Meşruiyet zeminlerini kaybetme endişeli yönetim, başlangıçta rasathanelere 
müsaade ederken başka çalışma ve buluşlara müsaade etmemiştir. En fazla yol verilen 
yönetim zeminlerini desteklediği için mimari, özellikle ‘dini mimari’ olmuştur. Bunun için o 
dönemlerin eserleri olarak hep tarihi camileri, köprüleri ve kervansarayları ayakta görürüz. 
Mimarinin alasını yapan zeka, gayret ve çalışmalar elbette ki diğer çalışmalarında en güzelini 
Geri kalmışlığımızı, birazda, İslam toplumlarında devlet idaresinin, toplumu en ücra 
köşesine kadar sarıp sarmalayıp dehşetini hissettirdiği ‘yönetim iradesinde’ görmek gerek. 
Lale devriyle başladığımız Batılılaşma ve ilerleme çalışmalarının yüzyıllar geçmesine 
rağmen hala yerinde saymasını, salt dinde ve toplumda aramak yerine biraz da ‘devlet 
iradesinde’ aramak lazım değil mi?