Savaş meydanlarında yenilgileri tatmaya başladığımızda asırlardır üstün olduğumuz 
Batıya karşı eksiye doğru bir gidişimizin söz konusu olduğunu sezmeye başladık. Meydanlarda 
karşımızda dayanamayan Avrupalılara artık biz dayanamaz olmuştuk. İyi de neden böyle 
olmaya başlamıştı? Akil devlet yöneticileri bu gerçeği düşünüp araştırmaya başlamışlardı. 
Elbette bunun en makul yolu Batıyı bizzat gidip yerinde tanımaktı. 
Bu amaçla bu görevi en iyi yapabilecek kişi hassas incelemeler sonucu en doğru olarak 
tespit edilecekti. Yirmisekiz Çelebi Mehmet bir devlet maiyetiyle Avrupa’ya Osmanlı devlet 
tarihinde ilk defa elçi olarak gönderilecekti. Yirmisekiz Çelebi Mehmet kırk kişilik maiyetiyle 
Fransa’ya üst düzey elçi olarak gönderilmiştir. Deniz yoluyla başlayan bu yolculuk karayoluyla 
dönüşle yaklaşık bir yıl sürmüştür. 
Yirmisekiz Çelebi Mehmet, Fransa’da gördüklerini objektif olarak ayrıntılarıyla 
‘sefaretname’ adıyla kaleme almıştır. Bugünkü anlamda ilk elçilik görevini yerine getiren 
elçimizin bu ziyareti tarihimizde bir ilk ve kaleme aldığı ‘sefaretnamesi’ oldukça önemlidir. 
Burada Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi hatırlansa da Evliya Çelebi anlatılarında abartı ve 
mübalağaya girmiştir. 
Salgın hastalıktan dolayı karantina uygulamasından, bu sebeple yetkililerle uzun süre 
görüşemediklerinden, onların bundan dolayı kendilerine karşı kibarca özür dilemelerinden 
yolculuk anlatılırken bahsedilir. Bunu Osmanlı bildiği halde karantina üzerinde durulur ve 
karşı tarafın topyekün bu uygulamaya verdikleri önem dikkatlere sunulur. 
Kadınların sosyal hayatta yer almalarına ve her kesimden insanın kadınlara 
kibarlığında ötesinde saygılı davrandığına vurgu yapılır.  Kadınların grup grup onları görmek 
için ziyarete gelmelerinden ve Fransa’nın bir çeşit ‘kadın cenneti’ olduğundan bahsedilir. 
Yapılan kanallarla gemi yolculuğundan, açılan tünellerden bunların yapılış ve 
işleyişinden deniz taşımacılığına sağladığı kolaylıklardan övgüyle bahsedilir. İlk defa 
gözlemledikleri  med-cezir özenle anlatılıp Bordo kalesi, kalenin düzen, nizam ve güzelliği ile 
bahçesinde yetiştirilen lale ve benzeri çiçeklerden söz edilir. 
Ziyaret ettikleri şehirlerde yetkililerin onları karşılamaları ve halkın sıcak ilgilerinden 
özellikle bayanların onlara olan aşırı ilgi ve hayranlıklarından; Sen nehri ve kıyısında kurulan 
saraylar ve bahçelerden, birbirine geçmiş ağaçlar ve ağaçlı yollardan hayranlıkla bahsedilir. 
At ve at arabalarının güzelliğinden Paris’teki evlerin düzen ve intizamından düzenli 
sokaklarından bahsedilip Kral’la görüşme anlatılır. Kralın karşısında saygınlıklarını koruyup 
aynı şekilde Kral’a gerekli saygıyı gösterdiklerinden, elçilik görevi gereği mesaj ve mektupları 
resmi anlamda sunduklarından, kralla çıkılan av partisi ve ormanın düzenlenmiş olmasından 
bahsedilir. 
Hastane ziyareti, doktorların teçhizatı ile eczane ve burada billur şişelerde bulunan 
ilaçlar ve ilaç imalatından, farklı kalite ekmek üreten fırından, yemekhane ve düzenli kurulan 
sofra ve yemek yapmada kullanılan aletler ve düzenliliğinden dem vurulur.
Sarayların görüntü ve ihtişamından, saray bahçelerinin harika güzellik ve 
intizamından, en çok yetiştirilen çiçeklerden, birde kaleleri savunma amacıyla hemen tüm 
kalelerin yapılmış maketlerinden bahsedilir. İlk defa izledikleri operadan ve devamında Kral 
adına Kral’la birlikte bulundukları operanın güzelliğinden, havuzlar ve ilk defa gördükleri 
fıskiyeler anlatılır.
Versay sarayından önce havuzlarla donatılmış, fıskiyeleri fışkıran, simetrik ağaçlarla 
süslenmiş saray bahçesi anlatılır. Diğer saraylar ve sarayların iç güzelliği hatta intizamlı ve 
süslü yapılmış ahırlarda itinayla anlatılır. Tıp öğrencileri için kurulan ameliyathane, hayvan 
kadavralarından oluşan uygulama odası ve her çeşit ilacın bulunduğu eczahaneden, kilim 
atölyeleri ve kurulan tezgahlardan, Sen nehrinin güzelliğinden ve üzerine yapılan oldukça çok 
köprüden, Paris sokaklarının düzen ve intizamından bahsedilir. 
Özelikle Fransız kadınların iftar ve teravih merakları ve onları hayranlıkla seyretmeleri 
anlatılırken,  gittikleri rasathane ve buradaki alet ve cihazlar ile bunlarla yapılan ölçümlerden, 
dış görüntüsü ayrıntıyla tarif edilen dürbün ve bununla Ay ve Venüs’ü seyretmelerinden 
bahisle İstanbul’a ulaşılıncaya kadar karayoluyla dönüş anlatımıyla sefaretname sona erer. 
Yirmisekiz Çelebi Mehmet, Osmanlı güç, asalet ve saygınlığını bu seyahatinde Fransa 
devlet adamları, üst düzey yetkilileri ve Kral’a karşı korur. Yani henüz Batı kompleksine 
girmediğimiz günlerdir. Bu bakış, anlatılarına da yansımış ve bina ve bahçe güzellikleri dışında 
çokta fazla hayranlığa girmemiştir. 
Ancak Yirmisekiz Çelebi Mehmet,  gördüklerinin nasıllığının ardına pek düşmemiş yani 
işin künhüne vakıf olmak gayretinde pek olmamıştır. Rasathane, ameliyathane, eczahane, 
kanallar, havuzlar, fıskiyeler, saraylar nasıl, ne şekilde yapılmış; bu ayrıntılara inmez. 
Gördüklerini ve güzellikleri anlatır.
Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in bir yıllık elçiliği sonrası dönemde, savaşlarda yenilgiler 
devam edince askeri tedbirlerle batılılaşma başlar. Batıdan getirilen öğreticiler devamında 
kurulan batı tarzı askeri okullar ve daha sonrasında batıya gönderilen öğrenciler askeri 
alanda başlayan batılılaşma idi. İlk batılılaşma uygulamalarımız bu alanda da görselin pekte 
ilerisine gidemedik. 
Dönüşte padişaha sunduğu ‘sefaretname’de anlatılan saray,  bağ ve bahçelerin, 
Osmanlı devlet yetkililerince aslında kötü birer taklitleri İstanbul’da yapılmaya başlanır. Bu 
seyahat sonrası Osmanlı devlet erkanının değerlendirdiği en mantıklı yatırım matbaa 
olmuştur. Matbaanın yanı sıra kurulan kütüphaneler ve batılı bazı eserlerin ilk defa Türkçeye 
tercümesi doğru yapılan işlerdi. Rasathane, uygulamalı ameliyathane ve zengin Fransız 
eczanesi asıl dikkat çekmesi ve çözülmesi gerekenlerdi. 
Maalesef gösteriş  ruhumuz, görsele vurgunluğumuz, bu ilk batılılaşma hareketlerinde 
daha işin başında görsele takmıştı bizi. Ve hepte bu minval üzere sürdü gitti. Halada devam 
ediyor.