Hasan TÜLÜCEOĞLU
Seksenlerde, üniversite seçmeleri resmi giriş belgelerinde ‘sınav’ ifadesi
yazmakla birlikte Anadolu gençleri olarak günlük konuşmalarımızda ‘imtihan’ kelimesi
kullanılırdı. ‘Sınav’ yazısının aksine !imtihan’ derken tüm öğretmenlerimiz de aynı kelimeyi
kullanırlardı. Ara sıra duyulan ‘sınav’ sözü kulakları tırmaladığı gibi herkesin ortak anlamda
birleşmemesi açısından ortamı da bozardı.
Doksanlı yıllarda öğretmenliğimde hep imtihanı kullandım ve çevremden de sınav
yerine en çok imtihan kelimesini duydum. Lise yıllarına göre ‘sınav’ kelimesini kullananlar
İki binlerde sanki bu toplumda uzun süre bulunmayıp yeni dönmüş izlenimi veren
bir gerçeklikle imtihan kelimesinin tamamen unutulduğu yediden yetmişe herkesin hep bir
ağızdan sınav sınav söyleyişlerine şahit oldum.
Kelimelerin bu yer değişimi sürecinde bir beis görmemek, bunun gayet doğal bir süreç
olduğunu düşünmek çoğunluğun yaklaşımıdır. Ama anlatmaya çalıştığım üzere dilin çocuğu
diyebileceğimiz bir kelimenin adım adım ölüşü söz konusu. E ölmüşse yerine yenisi gelmiş
diyenlere, gerçekte kaybettiği çocuğunun yerini gelecek hangi çocuğu doldurur diye sormak
İmtihan kelimesinin başına gelenler dilde sadeleşme yaklaşımı kaynaklıdır.
Dilde sadeleşme Osmanlı son dönemi genç kalemler dergisi etrafında toplanan aydın
ve yazarlar hareketi olarak ‘yeni lisan’ adıyla başlatılmıştır. Bu hareketin başını yüzyıl sonra
bugün eserlerini okuyup net anlayabildiğimiz Ömer Seyfettin çeker. O günkü şartlarda sade
özgün ve sahih bir Türkçe örnekleri bırakmıştır Ömer Seyfettin bizlere.
Gerekli, makul ve bir anlamda zorunlu olan dilde sadeleşme çalışmaları, kırklı yıllarda
sadeleşme, öz Türkçeleşme adına tabir caizse Türk dilinin belini kırmıştır. Dili canlandırma
ve yenileme adına dilin kökü kazınırcasına düşmanlara gerek kalmadan kendi elimizle kendi
dilimize en büyük zararı vermişizdir.
Dili sadeleştirme, dildeki dini referanslı kelimelerden kurtulma adına farkında
olunmayarak kendilerinin bile anlayamayacağı ucube bir dil ortaya konulma gayretleri söz
Marmara Üniversitesinde öğrenci iken ilahiyat fakültesi kütüphanesinde ‘büyük doğu’
dergilerinin yanı sıra ‘yücel’ dergilerinin sayılarıyla da karşılaştığımda o dönem bazılarının
abartı olarak düşünecekleri yukarda anlattıklarımın kat kat fazlasının yapıldığına şahit
İşte imtihanın başına gelenler bu çalışmaların resmi ağızdan seksen doksanlardan
günümüze yansımasıdır. Maalesef evlat konumunda çok kelimelerimizi kaybettik. Resmi
ağızdan onca yapılan dili sadeleşme değil basitleştirme bir noktada halk nazarında tutmayarak
Türk dilinin başına gelen bu olumsuzlukları en gerçekçi ve bilimsel açıdan Nihat
Sami Banarlı, ‘Türkçenin Sırları’ adlı eserinde dile getirmiştir. Milliyetçi cenahta yer alan
sayın Banarlı’nın özellikle bu eserini gençlerin okumalarını tavsiye ederken milliyetçi
muhafazakarların Nihat Sami Banarlı, Nurettin Topçu, Mehmet Kaplan gibi bilgi ve kültür
dehası şahsiyetlerden yeterince faydalanmadıkları gerçeğini de burada ifade edelim.
Yerine yeni kelimeler gelsin diye illaki ‘imtihan’ı öldürmek zorunluluğu yoktur. Bir
anlamın ne kadar çok kelimeyle ifade edilmesi o dilin zenginliğidir. Dile zenginlik, çeşni
Ama bizdeki sadeleşme, Osmanlı dönemindeki kardeş katline dönmüştür. Yeni
kelimeler uyduracağız diye asıl evlatlarımızı katlettik.
Atatürk’ün ‘gençliğe hitabesinin’ orijinal halde kalmasının dilimizi korumada büyük
etkisi olduğunu düşünüyorum. ‘Hostes’ kelimesinin ‘gök götürür oturan avrat’, lokanta
kelimesinin ‘otlangaç’, yumurta kelimesinin ‘tavuksal fırlatgaç’ diye öz Türkçeleştirildiği
dönemde Atatürk’ün ‘gençliğe hitabesinin’ bu furyaya kurban gitmeyerek dilimiz adına neleri
korumuş, neler kazandırmıştır düşününüz.