zayıf tarafının olduğu algısına kapılan ve sürekli tedirgin kaygılı kişilik yapısın ifade
eder. Anlatıldığına göre, Truva savaşçılarından Akhilleus iyi bir savaşçıymış. Fakat
hep aşil topuğundan vurulacağı korkusu ile yaşarmış. Gerçekten korku ve panik
havası o kadar etkili olmuş ki, Truva savaşlarında korku gerçeğe dönüşüyor. Aşil
topuğundan vuruluyor.
Geçelim Ermeni meselesine: Tarihte acı olayların yaşanmamış olduğunu zaten kimse
inkar etmiyor. Bu durum Ermeniler için ne kadar gerçek ise, Türkler için de aynı
gerçekliktedir. Elbette bizim de millet olarak hafızamıza kazınmış olanlar var: En
basitinden `millet-i sadıka` diye kabul ettiğimiz Ermenilerin, nasıl ayaklandıklarını
biliyoruz. Erzurum’un göbeğinde toplanan Dünya Ermeniler Kongresinin illa da
bağımsızlık diye tutturduğunu biliyoruz. Osmanlının zor zamanlarında Ermeni
çetelerinin katliamlarını biliyoruz. Sarıkamış’taki Osmanlı ordusunun Rus Ermenileri,
içerden de Osmanlı Ermenileri tarafından vurulduğunu biliyoruz. Daha yakın tarihte
Karabağ’da yaptıkları katliamları biliyoruz. Elbette bütün olup bitenleri uzun uzun
anlatmaya gerek yoktur. Anlatmak istediğim de konunun bu boyutu değildir.
Özellikle uluslararası boyutundan biraz bahsetmek istiyorum. Ermeni diasporasının
etkin olduğu dönemlerden beri her Nisan ayı geldiğinde bir hararetlenme başlar.
Ermeni meselesi gündeme oturur. Genellikle Avrupalı ve Amerikalı parlamenterlerden
çatlak sesler çıkmaya başlar. Bu yıl bunlara Katolik dünyanın lideri papa da katıldı.
Amaçları da tam net olmayabilir. Kimileri belki Ermeni diasporasının ağzına bir
parmak bal çalmak için, kimileri bir şov yapmak için; kimileri bilgisizliğinden,
kimilerinin Türkiye’den kuyruk acısı olabilir; belki de Türkiye’den bir taviz koparmak
için yaparlar. En çok da dikkatimi çeken şey; 24 Nisan yaklaşırken herkes ABD
başkanlarına odaklanır. Acaba, soykırım diyecek mi demeyecek mi, diye beklenir.
Başkanlar da 24 Nisan konuşmalarında, konuyu ne şiş yansın ne kebap misali
geçiştirir. Muhtemelen bu yıl yine benzeri olacaktır.
Haliyle, bizim de bu süreçte boş durma lüksümüz yok. Baskın çıkmak için karşı
tezlerle cevaplar verilir. Uluslararası alanda diplomatik ve akademik diyaloglar,
kulisler, mekik dokumalar gerçekleşir. ABD boyutunda parlamenterler ve başkanlar
üzerinde daha çok lobiler etkili olduğu için lobiler ile diyaloga girilir. Tabi ki bunun bir
de maliyet boyutu var. Kimbilir her yıl çarkın böyle dönmesini, Türkiye’nin kendilerine
muhtaç olmasını bekleyenler de olabilir.
Asıl anlatmak istediğim şudur: Avrupa ve Amerika’daki devlet yöneticileri ile
parlamenterlerin konuşmalarının birbirinden biraz farklı olduğunu görürsünüz.
Genellikle, devlet yöneticileri, ilişkilerin bozulmaması için sözlerini ölçerek biçerek
söylemeye dikkat ederler. Parlamenterler ise bu konuda kendilerini çok sorumlu
hissetmeyebilir. Hatta şov ve artistik laflar etmeye yatkın olabilirler. Hemen hemen
tüm dünyada bu böyledir. İyi bilmek gerekir ki; küreselleşen dünyanın tek söz sahibi,
parlamenterler, Ermeni diasporası veya papalar değildir. Çok daha başka faktörler de
etkilidir. Türkiye büyük bir ülke ve hiç kimse Türkiye ile ilişkileri bozmaya cesaret
edemez. Sözün kısası, elbette geçiştirilecek ve boş verilecek bir konu değildir. Fakat,
Türkiye’yi bu mecraya çekme niyetliler çıksa da; Ermeni meselesi Türkiye’nin aşil
sendromu haline gelmemelidir.