Tek şansızlığı koca bir aşiretin ortasına doğması değildi, güzeldi Fehime. Hem de çok güzeldi. Henüz on dört yaşında olması, onun hayatını karartmalarına engel değildi. Kainatın bütün canlıları ona düşmandı. Bu denli güzel olması onları çileden çıkartıyordu. Aşiretin bütün delikanlıları şimdiden peşindeydiler. Çok geçmeden Fehime’nin güzelliğinden dolayı peşine düşen delikanlıların çokluğu mahalleyi sardı. Daha sonra aşiretin bulunduğu tüm illeri sardı.
Kimdi Fehime? Derhal toplantı yapıp bu duruma bir son vermek gerekiyordu. Bir kız çok güzelse, bu başa belaydı. Hele ki, gençler peşine düşmüşse daha da kötüydü.
Namusu kirlenmeden, aşiret rezil olmadan bir hal çare bulmak gerekirdi. Fehime tüm bunlardan habersizdi. Uzun siyah saçlarının örüklerini çözerken, okuyup doktor olmayı planladı. Doktor olduktan sonra nasıl yaşayacağını da hayal etti, daha da birçok şey geçirdi aklından. Bu düşüncelerin içinde evlilikle ilgili hiçbir şey düşünmedi. O yaşta bir kız neden evlilik düşünsün ki? Düşünmez.
O gün babasının erkenden eve dönüşü pek hayra alamet değildi. Sert bir yüzle ön kapıdan girip, sinirle ayakkabılarını hole fırlatmıştı. Kuru, zap-zayıp bir adamdı. Avurtları çökmüş, gözleri daha da derine kaçmış, henüz genç olmasına rağmen yetmişin üzerindeymiş gibi gösteriyordu. Tütün sarmaktan sararmış parmaklarını, pos bıyıklarına götürüp çekiştirdi. Öfkeyle mırıldanıyordu. Kelimeler ağzının içinde boğulup gidiyorlardı. Tutup dış kapıyı hızla çarptı. Ardından usturuplu bir küfür savurdu. Fehime titredi. Babasını hiç o denli sinirli görmemişti.
‘Anan nerde?’ Adamın keskin, meydan okuyan gözleri kızın yüzüne dikildi. Kız başını öne eğip ‘komşuya oturmaya gitmişti. Hemen çağırayım’ dedi. Koşup ayakkabılarını almak için portmantonun altında bulunan ayakkabılığa eğildi. Adam kızın kolundan tutup, holün ortasına doğru sert bir hamleyle çekti. ‘Sen gel benimle’ dedi. Kız afalladı. Zihninden birçok düşünce geçti. ‘ Ne suç işlemişti? Hafta içi okula gidip eve dönmüştü. O gün Cumartesi olduğu için hiçbir yere gitmemişti. Annesinin yapmasını tembihlediği işleri yapmaya hazırlanıyordu. Peki babası neden böyle davranıyordu?
Adam solona geçip, koltuğa kuruldu. Sıkıntıyla içini çektikten sonra iç cebindeki tütün kutusunu çıkartıp sardı. Diliyle ıslatıp yapıştırdı. Gözlerini salonun kapısında duran kızına dikti. Geçip oturmasını söyledi. Kız en yakınındaki koltuğa ilişti. ‘Sen orospu musun da peşinde mahallenin gençlerini gezdiriyorsun’ diye bağırdı. Kız irkildi. İri gözlerini babasının dudaklarına çivilendi. Bu ağızdan mı çıkmıştı o kirli sözler? Adam yeniden bağırdı ‘bütün mahalle seni konuşuyor. Mahalleyi bırak bütün aşiret seni konuşuyor.’
Fehime, biran ‘okul yolunu düşündü. Ardı sıra peşine takılıp, laf atan o serserileri. ’ Ne yaptıysa kurtulamadı. Esnaf da artık tuhaf bakar olmuştu. Manavın önünden geçerken adamın manalı bakışları geldi gözünün önüne. Midesi bulandı. Artık başını kaldırıp çevresine bakması mümkün değildi. Her yerde yüzüne dikilen bir çift göz vardı. Okuldan çıkınca hızla eve gidiyordu.
‘Aşiret büyüklerimiz toplanmış, bir karar almışlar. Sana uygun birini bulmuşlar. Evleneceksin! Şimdi git ananı çağır gelsin’ dedi adam. Sigarasını yakmak için elini cebine atıp, çakmağını aradı. Genç kız duyduklarından emin değildi. ‘ Na-sıl?’ diye kekeledi. Adam daha fazla konuşmadı. Eliyle ‘git’ işareti yaptı. Kız, kulakları uğuldayarak kalktı, başı döner gibi oldu, koltuğa tutunarak kalkıp, salondan çıktı.
‘Fehime kız… Fehimeeee… Kız… Ayol bu sağır olmuş. Kız nerelere daldın gittin öyle? Müşterin geldi kız.’ Yaşı epey geçkin, göz kapakları aşırı boyalı, yarı çıplak kadın genel evin en kıdemlilerindendi. Fehime’nin ve diğerlerinin geçmişlerine sık sık dalıp gittiklerini bilirdi. Bilirdi bilmesine ama yapacağı bir şey de yoktu. Bulundukları mekanda her bir kadın bir roman konusuydu. ‘Ah be anam, sende unutursun her şeyi’ diye mırıldandı.
Fehime düşüncelerinden koptu. Elindeki, sönmek üzere olan sigarasını yere atıp, ayak ucuyla ezdi. ‘Abla be, o alçak babam biraz ardımda duraydı. Beni yaşlı kartaloza vermeyeydi, şimdi doktor olmuştum. Ama yok, namus dedi, kan dökülür dedi, ölüm dedi. Boyun eğdi aşiretin kararına. On dört yaşında gelin ettiler beni. Duydun mu abla? Tam on dört yaşındaydım. Adam ise elli beş yapındaydı. Anlayacağın babamdan bile yaşlıydı. Sonrası dayak, kötek, eziyet, üstüne bir de bebek eklendi. Dayanamadım işte be abla. Kaçtım başka birine. O da pezevenk çıktı. Abilerim düştü peşime. Namus temizleme derdindeler. Tabi yıllar oldu, bulamadılar henüz. Bir gün bulacaklar. O gün ben de kurtulacağım bu pis dünyadan be abla. Ama be abla, oğlumu son bir kez görmek isterdim.’
‘Aman be güzelim. Oğlunu da kendilerine benzetirler. O da yarın öbür gün büyür kadın düşmanı olur çıkar. Boş ver takma kafanı sen. Hepimizin bir hikayesi var. Hepimizin hayatını karartan da birçok erkeğin basiretsizliğidir. Hangisi kaç kadını yaşatabilmiş? Bu coğrafyada kadının adı yok. Duygu Asena’yı bilir misin? Yazardır. ‘Kadının Adı Yok’ diye bir kitap yazmıştı. O kitabı bir gün okumuştum ve ona çok hak vermiştim. Kadının adından gayri kendi de yok. Hepimiz birer düş ürünüyüz. Bir kelebeğin hayatı kadar bile değil mutluluğumuzun ömrü. Kız bırak bana felsefe yaptırmayı da, bak şu adam epeydir seni bekliyor.’ Başıyla giriş kapısının ardında bekleyen genç, esmer, elinde kasketini sım-sıkı tutan birini gösterdi. Ardından sigarasında son bir nefes çekip, izmaritini yere attı. Pembe, tüylü terliğiyle ezdi. ‘Acemi bir oğlana benziyor’ diye ekledi. Oradan, Adamı Fehime’ye göndermek üzere uzaklaştı.
Fehime dönüp bakmadı yaşlı kadının gösterdiği adama. Üst kattaki yatak odasına doğru ağır adımlarla çıkarken düşünüyordu. Hayat kadını. Bu kelimeye de bir anlam veremiyordu ya. Nedir hayatın kadını? Çok çeken mi demekti, çok yatan mı demekti, neydi? Onun ardından çıkan adam sessizdi. Kadın odaya girdi, adam kapıyı kapadı. Çok geçmeden iki el silah sesi duyuldu.
Sevim Ünal.
Antwerpen 11-09-2017