Dileriz ki korumaya, kollamaya devam et… Fakat bizi de unutma…”
Her bilgi arayışımda biraz daha keşfediyordum bizi. Bizden kastım, topraklarımızın üstünde kardeşçe yaşamamız gereken kadim halkları. Bu topraklarda yaşadığımıza göre hepimiz biz değil miyiz? Bu yazımda bizden bir halkı ele aldım, Ezidileri.
Ezidiler. İçine kapalı bir halk. İçine kapalı olmalarının en büyük nedeniyse, fikrimce 74 defa katledilmiş olmaları. Inançların yarıştırıldığı coğrafyalarda, kurban hep zayıf olandan seçilmiştir. Onlara benzer birçok halkın bedeni, sırf farklı ibadet ediyorlar diye düşmüştür toprağa. Ezidi halkınında başından kılıç eksik olmamıştır. Keza çok az tanınmış-duyulmuşlardır.
Duyulmuşlar diyorum çünkü sadece duyulmuşlar. Geçtiğimiz yıllarda onlarla ilgili çok fazla bilgi içeren yazılı belge, (kitap, video, film vs.) Yani piyasada bilgi bulmak muzice gibiydi.
Şengal-Suriye’de İşid tarafından katliama uğradıktan sonra daha fazla tanındılar ve çokca da gündeme geldiler. İnternetin varlığı, sosyal medyalardaki paylaşımlar sayesinde daha fazla bilgiye ulaşılabildi, bu şekilde duyuldular. Böyle tanınmış, duyulmuş olamaları ne acı.
Sanat Zırhına Bürünmek.
Fakat bu bilgiler; sivil halkın, yani kaç kadının, kaç kız çocuğunun İşid tarafından kaçırılıp iğfal edildiği, satıldığı, öldürüldüğü üzerineydi daha çok. İşte o zaman içim acıdı. Çok acıdı. İnsanlık bu kadar cani olabilir miydi? Olabiliyormuş.
Bir şeyler yapmalı dedim kendimce. Ne yapılabilir?
Resim, belgesel, kitap, fotoğraf veya bunların hepsini barındıran bir proje. İşte bu iyi fikir gibi geldi. Bu insanlara yapılanları dünyaya anlatmak için; başka halkların başına benzeri şeylerin gelmemesi için sanat devreye girmeliydi. Çırpınmalıydım veya var olan çırpınışların ucundan tutmalıydım.
Belki bu proje, deryada bir damla kalacaktı. ‘Olsun’ diye düşündüm. ‘Sen başla bir kitapla’.
Çıktım yola. Bilgi topladım, tanıklarla görüştüm, o bolgelerde yaşamış bilinçli kişilerden detaylı bilgiler edindim. İnternetten de bolca yararlandım. Bunlar tabiki yeterli değildi. Onları yakından tanımak gerekiyordu. Geleneklerini, kültürlerini görüp, aralarında bulunmak gerekiyordu. Şans benden yanaydı. Yakın bir dostumun desteğiyle aralarına katılmak üzere Almanya’nın Celle şehrine gittim.
Bu kent artık onların şehri olmuş. Federasyonları, Türkiye’de onları temsil eden milletvekili Feleknas Uce ve bir çok değerli şahıs bu şehir ve çevresinde ikamet ediyorlar.
Kına, düğün, evde konukluk derken bolca gözlem yapmam beni zenginleştirdi. Tanıştığım Ezidi’lerden aldığım bilgiler, ev sahibiyle yaptığımız sohbetler sonucunda tamamlanmıştım.
Böylece projeye dahil etmek istediğim kitap hazırdı.
Biraz Daha Bilgi
‘Ezda’nın Çocukları’ gerçek olaylardan yola çıkılarak romanlaştırıldı. Hayali veya tahminlere dayalı bir eser asla değildir. İçindeki kahramanların isimlerini değiştirerek yaşanmış olayları roman formatında oluşturmamın nedeni her kesin sıkılmadan, ilgiyle okuyabilmesi ve vicdansızlıklara seslerini yükseltmeleri içindir.
Bölgeyi tanımaları açısından ; bölgeyi çok iyi tanıyan, o bölgede Saddam döneminde savaşmış olan bir komutanın, bu kitap için çizmiş olduğu haritayı da ekledim. Bu şekilde okur bölgeye de yabancı kalmıyor. Gerektiğinde haritayı kullanarak roman içinde yolunu bulabiliyor.
Bunca emek; gerçekleri yazarak; kötülüklerin, canilerin karşısına beyaz bir kurşun gibi dikilmek içindi. Onları azaltmak, caydırmak, vicdanlı yürekleri harekete geçirmek içindi. İnancı ne olursa olsun hiç bir masum hunharca öldürülmeyi, köle olarak satılmayı, çocuk yaşta iğfal edilmeyi hak etmiyor.
Sanat, edebiyat; her yönüyle, doğru olanın yanında yer almak, gerçeğe ayna tutmak değil midir?
Evet ‘Ezda’nın Çocukları’ adlı kitap bir çok emekten, çabadan sonra, bir ses olarak böyle doğdu.
Ya Sonra?
Kitap imza günlari düzenleyerek, konuya dair paneller yaparak, aynı zamanda vahşeti tüm çıplaklığıyla sergileyen bir video ile duymak isteyen herkese ulaştırıyorum.
Burada; Federasyonlar, dernekler ve benzeri kurumların desteği çok önemli. Bu tür vahşetlere seyirci kalmamak adına onlara çok iş düşüyor. Sanatın, edebiyatın aydınlattığı yollara, yürek birliği ile daha fazla ışık katarak destek olmak onların işi.
İşte o zaman; hüzünlü renkler, ışığa döner tuallerimizde. Kitaplarımız, acı olanı değil, mutlu olanı anlatır çocuklarınıza.
Şimdi; Anlatmalı o coğrafyadaki yüzlerin acısını, belgesellerde görmeliyiz anaların acılarını, güneşe karşı dualarını duymalıyız, müziğin diliyle haykırmalıyız.
Çok uzak değiliz acının evine. Bu acı kaç defa kapımızı çalmıştı. Tanıdık, bir o kadar hain bir acı.
İşte tam da burada, sanatı delinmez bir zırh gibi bürünmeli, yürümeli haksız olanın, cani olanın yüzüne. Gerçeğin aynasını tutmalı, kan bürümüş gözlerine.
Haksız olanı, en çok da kötü olanı, sanat ile gömmeli kanlı geçmişine.
21-03-2017