Başta İranlı olmak üzere üç mahdumun tahliyesinden sonra bizimki fikrini açıklamış:

                “Adalet yerini buldu.”

                Bulmasaydı şaşardım!

                Bu kadar örselenen, silkelenen, çalkalanan bir “şey”in yerini bulmaması fiziken mümkün değil.

                Bizimki, bir cümleye “şey” diye başlayınca o şey zaten yerini buluyor.

                O “leb” diyor, “lebi”sini “idrak” ehli tamamlıyor.

                Oluyor, “leblebi”.

                Şeylerin yerini bulması da öyle bişey.

                “Şeyini şey ettikleri”, “hainler”, “çete reisleri” düzmece kasetlerle darbe teşebbüsünde bulununca, adalet kızımız da kendiliğinden yerini bulmuş oluyor.

                Netekim, buldu.

                Kenan Paşa’nın dönemine  rahmet okutacak bir el çabukluğu ile.

                Bizimki, “adalet yerini buldu” dediğinde, takvim yaprakları 28 Şubat’ı gösteriyordu.

                28 Şubatta bile böyle bir “şey” olmadı.

                Yine düzmece ses kayıtlarının sosyal medyaya yansıyan şekliyle İranlı bakın ne demiş:

                “Memurun ve o…spunun bahşişini peşin vereceksin.”

                Fısıltı gazetesinin yaydığı habere göre, pahalı saatler bu sözden sonra sahiplerini bulmuş.

                “Ye kürküm” dünyası.

                Bu bana, doğu illerimizin birisinde yaşanmış fıkra gibi bir olayı hatırlattı.

                Eskiden kumaşlar Sümerbank’tan satın alınırdı.

                Hele bir de torpilliyseniz, kupon kumaşlar sizin için ayrılırdı.

                Dönemin Sümerbank müdürleri en sükseli memurlardan sayılırdı.

                İtibarları bir hayli yüksekti.

                Bir kadın, sırtında kürklü mantosu, endazeli bir tavırla içeri girmek üzeredirki, müdür onu önemli bir kimsenin eşi zannederek kapıda karşılar.

                Makamına davet eder, çay, kahve… ne içmek istediğini sorar.

                Kadın vaziyeti çakmıştır. Müdürün olaya biraz safça yaklaştığını anlar.

                Bacak bacak üstüne atar, “bir kahvenizi içeyim” der.

                “Oğlum bir kahve, bir de çay” diye seslenir odacıya.

                Biraz sonra kahvecinin bitirim çırağı misafire kahvesini verirken ne görsün; karşısındaki hanım zaman zaman gittiği genelevin patronu!

                Servisi yaparken ağzından “al kız!” diye bir küçümseme edatı çıkarır.

                Müdür, kahvecinin bu saygısız tutumundan hayli rahatsız olur.

                Hemen arkasından fırlar, “ulan utanmadın mı hanımefendiye kız demeye!” diye çıkışır.

                Anlatmaya çalışır ki, makamda oturan kürklü hanım zannettiği hanımlardan değildir.

                Müdür odasına girer, hanıma bakar, yine de efendiliği elden bırakmayarak sorar:

                “Hanımefendi, sen or..spisen?”

                Cevap:

                “Ya ne şeyim keriz!”

                O dönemlerde saf şeyleri de müdür yapıyorlarmış.