Erzurum Ticaret Lisesi’nde.
Okulumuzun öğrencileri çoğunlukla fukara idi.
Bazıları Erzurum kışının o sert soğuklarında babalarının paltolarını giyinerek gelirlerdi okula.
Uzaktan yetişkin bir delikanlı gibi görünürlerdi.
Heybetli Hasan gibi.
Adımları yaklaştıkça içindekileri bizim Cin Ali gibi görünürlerdi.
Cin Ali’nin boyu 1.60 bile değil.
Ama, babasının paltosunu giyince olurdu heyülâ gibi bir adam.
Geçen gün otobüse böyle bir “amca” bindi.
65’lik kartı kullananlardan.
Yaşı 80’lerde biri.
Fer-fes gitmiş ama, iskelet yerinde.
Heybetli bir adam kalıntısı.
Başında renk renk boya.
Kınasından, sarısına, esmerinden, kumralına… Gök kuşağı gibi.
Arka sırada aralarında kikir kikir yapan üç hanım.
Amcanın saçlarındaki solmuş renk karışımını görünce birbirlerini dürtüp:
“Adama bak Naciye.”
“Hangisine.”
“Bak, şurada duran uzun boylu amca.”
“Nesi var?”
“Görmüyormusun ayol, adamın kafası renk cümbüşü.”
“Aaaa, gerçekten. Nazilli basmasına benziyor.”
“Hi hi hiiiii”
Kiziroğlu Mustafa bey uyarlaması aklıma geldi.
Majestelerinin türkücüsü bunu da bizim 1.65’lik adamımıza armağan etmiş.
Üzerinde baba paltosu gibi duruyor.
Renkleri solmuş “beyamca”yı da çağrıştırıyor.
“Belli ki zamanında kırmadığı ip kalmamış” diyor birisi.
“İşi bitince boyaları dökülmeye başlamış şekerim.”
Hi hi hi…
Kiziroğlu Mustafa bey.
Bir atı var ala paça.
Hey, hey, hey…
Peh peh peh…
Kiziroğlu Mustafa bey!
Hih hih hi…
Hah hah hah…