Mehmet Necati GÜNGÖR

 

Cumhuriyetin kurucularına “ayyaş”, “dinsiz”, “diktatör” diyorlar da…meselâ “hırsız” diyemiyorlar, “rüşvetçi” diyemiyorlar, “fırıldak” diyemiyorlar!

 

Diyemiyorlar; çünkü sorduklarında alacakları cevaplar bellidir.

 

Bir de, attıkları çamurun üzerlerine yapışmayacağından emin oldukları için!

 

***

 

“Ayyaş” dedikleri, üzerinde yaşadığımız vatanı düşman çizmesinden kurtarıp, ezanımızı, bayrağımızı semalarımızda yeniden yükselten milli mücadele kahramanı Mustafa Kemal’dir.

 

Annesinin parası bitmiştir.

 

“Paramız bitti oğlum!’’ diye telgraf gönderip sıkıntısını dile getirir.

 

Yanında bulunan yaveri Salih Bozok, ’’Elimizdeki mevcut paradan gönderelim mi?’’ teklifinde bulunur.

 

 Aldığı cevap şudur:

 

“ Hayır! Elimizdeki para millete aittir, milli mücadele parasıdır ve bu maksatla harcanacaktır’’

 

Oğul  Mustafa’dan anne Zübeyde’ye şu telgraf çekilir:

 

“Evdeki halıları, kilimleri satın!’’

 

***

 

“Dinsiz”, “milli şef” diye aşağılamaya çalıştığınız adamın oğlu da Amerika’da tahsil yaparken, bir kürkçü dükkânına uğrar. Fiyatlara bakar; indirim var. Annesinin rüyalarını süsleyen bir kürkü alıp hediye etmek ister.

 

Ve mektup yazar:

 

”Sevgili anneciğim,

Dün bir kürkçüye gittim. Bir hermin kap (dediğiniz gibi kısa ve tuvaletin üzerine omuza alacak şekilde) (beyaz), vergiyle beraber 1260 dolar; fakat Amerika dışına satılırken bu vergiden muaf tutuluyor, biz 1000 dolara alabileceğiz. Bugünler Christmas’tan sonraki ucuz zaman dönemi olduğu için şimdi nispeten ucuzmuş, yaza doğru daha pahalılaşacakmış. Ben, söylediğim beyaz kapı benim için saklamalarını tembih ettim. Üç haftaya kadar bir cevap vereceğimi söyledim. O zamana kadar düşündüğünüzü söylerseniz iyi olur.”

 

Erdal İnönü, 21 Şubat 1949.

 

Mektup, “milli şef”in eline geçer. Bir hafta sonra oğul Erdal’ın eline ulaşan mektup şudur:

 

“Erdalım, sevgili oğlum,

 

Annene yazdığın 21 Şubat tarihli mektubunda (...) kürk hikâyesini okudum. Olacak iş değil; o kadar doları bulamayız. Hemen sözünü geri al. Senin bu kadarcık ihtiyat paran için üç senedir uğraşıyoruz. Hulâsa, olacak iş değil.” 

 

İsmet İnönü 27 Şubat 1949.

 

***

 

Bir de asılan adam. Ona da diktatör dediler.

 

O da sevgili “Başvekil”imizdi.

 

Büyük oğlu Yüksel ticarete atılıp zengin olmak istedi.

 

Babasına danıştı:

 

“Hayır oğlum, ticarete atılırsan Menderes alıp, Menderes satacaksın. Buna izin vermem!”

 

Gitti, Hariciye’de memur oldu…

 

Babasını “cımbız”dan astılar!

 

***

 

Ne diyelim?

 

En iyisi susup, kararı hür ve namuslu vicdanlara bırakmak!

 

“Ben böyle ayyaşa da, diktatöre de kurban olurum!” seslerini işitir gibiyim.