Uğur Dündar'ın Halk TV'deki Arena programında Türkiye ekonomisini konuşurken yine çok başarılı bir performans sergiledi.
Programa CHP'den Umut Oran, Medya Mahallesi'nden gazeteci Ayşenur Aslan da katılmışlardı.
Programda IŞİD, Ortadoğu, Petrol, ekonomi, hemen her şey konuşuldu. Çok yararlı bir programdı.
Programın favorisi Kesici'ydi yine.
Kesici, fıkra ve esprileri ile süslediği konuşmasında ekonomimizin durumunu, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Babacan'ın “kişi başına düşen gelirimiz 19 bin dolara çıktı” sözüne karşın Erzurumlu'nun şu tekerlemesiyle özetledi:
“Hesaba bahiram hac lazım olmuş, Cızdana bahiram zekâta muhtaç!”
Evet, 12 yıldan beri ekonomiden sorumlu olan Babacan, kendince ekonominin başarısını fert başına gelirimizin satın alma gücü paritesi yönünden 19 bin dolara yükseldiğini ilan ederken, belki bunu gurur ve keyifle açıklamış oldu ama hesap çarşıya uymadı tabii.
Bir kere şu “satın alma gücü paritesi” neymiş, çok basit anlatımla ona bakalım:
Diyelim ki Amerika'lı, Amerika'da 1 dolara bir simit satın alabiliyor. Aynı Amerikalı Türkiye'ye geldiğinde, aynı para ile dört simit alabiliyorsa, dolar Amerika'da 1 birim, Türkiye'de dört birim olmuş oluyor.
Bu hesaba göre bizim Erzurumlu hemşehrimiz aile fertleri nüfusunu 19 binle çarpınca keyifleniyor.Bakıyor ki bayağı zengin olmuşlarmış. Öyleyse "bize Hac farz oldu." diyerek en yakın Müftülüğün yolunu tutup başvuru yapmaya hazırlanırken aklı başına geliyor.
“Hesap böyle çıkıyor ama bir de cüzdanımıza bakalım” diyor. Ve bakıyor. Cüzdan kupkuru. İçinde para-pul yok. Yani, cüzdan çıplak!
O zaman zekâta muhtaç olduğunu fark ediyor. Bu tekerleme de böyle bir hayal kırıklığı ile dilinden dökülüyor.
O gece İlhan Kesici, ekonominin durumunu bu sözlerle özetlerken herkesi kahkahaya boğdu ve düşündürdü.
Muhalefetin durumunu da soru üzerine başka bir fıkra ile dile getirdi.
Nasrettin Hoca ile treni buluşturdu, öğrencilik yıllarından bir hatıra ile süsleyerek harika bir resim çizdi.
Kesici, aslen Sivas'ın Zara ilçesinden bir Anadolu insanı.
Sivas'ın Zara'sından çıkıp, Ortadoğu Teknik Üniversitesi gibi dünyanın ilk 500 üniversitesi arasında yer alan bu bilim yuvasının Endüstri Mühendisliği bölümünde okumuş, bu üniversitede herkes sol telden çalarken, O ülkücü gençlik teşkilâtını kurarak milliyetçiler safında yer tutmuş.
Demokrat Partili bir ailenin çocuğu olarak hep sağ cenahta yer almış.
DTP-Basbakanlık Devlet Planlama Teşkilati Müsteşarlığına kadar yükselmiş. Sonra iki dönem de milletvekilliği yapmış.
Kesici ve arkadaşları, öğrencilik yıllarında Sivas'a trenle seyahat ederlermiş.
Trende seyahat üç ayrı mevkide yapılırdı o yıllar. Birinci mevki, ikinci mevki, üçüncü mevki.
Üçüncü mevki diğerlerine göre daha bakımsız kompartımanlardan oluşurdu. Hatırladığım kadarıyla üçüncü mevkide tahta sıralarda oturulurdu.
Öğrenciler, en ucuz olan üçüncü mevki bileti alirlar, zaman zaman da kondüktörü atlatarak ikinci ve birinci mevkiye geçip bir süre buralarda kaçak seyahat ederlermiş.
Hikâye bu ya; Nasrettin Hoca böyle bir trende seyahat ederken, kaçak olarak birinci mevkiye geçmiş ve kondüktöre yakalanmış.
Kondüktör hiddetle sormuş Hoca'ya:
"Muhterem Hocam, hangi mevkidesiniz?"
Hoca biraz da mahcup, cevap vermiş: “Müşkül mevkideyim, efendim.”
Evet, Kesici'nin bu fıkrasından da anlamak mümkündür ki, bizim muhalefet bu iktidar karşısında müşkül mevkide bulunmaktadır.
Kesici, büyüme rakamlarıyla bir kere daha ortaya koydu ki iktidar ekonomide şu son on iki yılda Cumhuriyet tarihinin en çalkantılı dönemlerinden de daha başarısız bir performans sergilemiş.
O halde halk neden halâ iktidar partisine oy veriyor?
Tabii ki muhalefetin başarısızlığından. Muhalefet, “daha iyisini nasıl yaparım”ın izahını yapamıyor da ondan.
Kesici, daha iyinin yollarını da muhalefetin bulması ve halkı buna inandırması gerektiğini söylüyor.
Uğur Dündar başta olmak üzere Kesici'yi dinleyenler etkilendiler.
Dündar, “Bu kadar bilgili, dürüst bir politikacı neden Cumhurbaşkanlığı'na aday gösterilmedi?” sorusuyla akıllardakini hatırlattı.
Biz de inanarak ifade etmiştik. Bu gün daha iyi anlaşılıyor ki,İlhan Kesici aday gösterilmiş olsaydı, Tayyip bey belki de bu gün o bin odalı sarayda oturma şansını elde edemeyecekti.
Şimdi, İlhan beyi başka bir görev bekliyor:
Bu kadar bilgiyi kendinde hıfzetmek yerine, bir siyasi parti çatısı altında fikir ve düşüncelerini programlaştırıp, çare ve çözüm ambalajıyla halkın karşısına çıkmak.