Örselenen hukuku kurtarmak ve onu vicdanlardaki mümtaz mevkiine iade etmek için inisiyatif aldı, bunu başarı ile kullanıyor.
İlk çözüm, zindandaki kahramanlarımız için.
Yapılacak bir kanun değişikliği ile bir kısmı tahliye edilecek, bir kısmına yeniden yargılama yolu açılacak.
Böylece, vicdanlardaki kanama durdurulmuş olacak.
Önce Cumhurbaşkanı ile, sonra Başbakanla görüştü.
Hukuksuzlukların, yolsuzlukların bir ülkeyi nasıl çürümeye terk ettiğini anlattı.
Hukuk devletinde ve demokraside;
Yolsuzluklarla sonuna kadar mücadele edilmesi gerektiğini,
Paralel devlete, derin devlete izin verilemeyeceğini,
Adil yargılamanın her yurttaşın hakkı olduğunu savundu.
Sonunda, Başbakanı çözüm yolunda bir hukuk çalışması yapılmasına ikna etti.
Başbakan, Adalet Bakanına talimat verdi.
Adalet Bakanlığı ile birlikte oturup, gerekli çalışmaları birlikte yapacaklar.
Türkiye'nin kurumlarına, hukuk devletine ve demokrasiye sahip çıktı.
Söylenmek, sızlanmak, "ne yaparsak yapalım boş, hiçbir şey değişmez" demek yerine, hem sözünü kimseden sakınmadı, hem çözüm üretti.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı olarak yargı erkinin en başındaki kişilerden biridir. 79 baroyu, 82 000 avukatı temsil ediyor.
Şu anda milyonlarca insanımız Türkiye Barolar Birliği'nin ne diyeceğini, ne yapacağını yakından izliyor, umutla ve merakla bekliyor.
Yaşanan devlet krizinin, özünde bir adalet krizi olduğu muhakkak. Bu durumda, elbette ki yargının kurucu unsuru olan avukatlar ve barolar çözümün bir parçası olmalı.
Görüşme trafiği bitmedi.
Sırada Meclis Başkanı ve TBMM'de Grubu olan siyasi partilerin genel başkanları var.
“Benim tarafım belli:” diyor. “Hukuk devleti ve demokrasi.”
Kendi tarafının motifini bir “gergef” ustalığı ve titizliği ile dokuyor ve sonuç alıyor.
Sadece siyasi iktidarı değil, yanlış yaptıklarını düşündüğü siyasi partileri ve yargı organlarını da eleştiriyor.
Yargı üzerinde idarenin denetimini getiren Adli Kolluk Yönetmeliği değişikliği cumartesi günü Resmi Gazete’de yayımlandı, Pazartesi sabahı iptal davasını açtı.
Danıştay, yürütmeyi durdurma kararını Türkiye Barolar Birliği'nin ve Ankara Barosu'nun bu davaları üzerinden verdi. Böylece yolsuzluk soruşturmasının engellenmesine neden olabilecek önemli bir düzenleme ortadan kaldırıldı.
Şimdi O’nu dinliyoruz:
“Bugün ülkemizde çok vahim bir devlet krizi yaşanıyor. Siyasi iktidar, devlet içinde paralel devlet kurulduğunu iddia ediyor. Devletin kurumları birbirleriyle ve kendi içlerinde ağır bir hesaplaşmanın içinde. Biz, bir yandan bu iddianın delillerinin ortaya konulmasını istiyoruz, diğer yandan ‘madem paralel devlet var diyorsunuz, bugüne kadar niçin buna izin verdiniz’ diye soruyor, sözümüzü sakınmıyoruz.”
Ortada büyük bir iddia var:
Ergenekon, Balyoz, Casusluk ve Poyrazköy davalarında Türk Silahlı Kuvvetlerine kumpas kurulduğu iddiası.
“Biz yıllardır, sadece bu davalarda yargılananlar için değil, bu ülkenin tüm yurttaşları için adil yargılanma hakkını istedik. Adil yargılama olmadan sap ile saman, doğruyla yanlış, suçluyla suçsuz birbirinden ayrılamaz” diyor.
Esasen suçsuzluklarını haykıran insanların af değil, adil yargılama istediklerini vurguluyor.
Sahte delillerle, PKK'lı gizli tanıkların ifadeleriyle mahkum edilmiş gazetecilerin, avukatların, subayların, akademisyenlerin, milletvekillerinin, yerel yöneticilerin “özgürlük ve iade-i itibar” larının iadesinin yolunu açmak istiyor.
“Antidemokratik olduğu TBMM tarafından da kabul edilmiş olan” Özel Görevli Mahkemelerde görülen her dava ve yargılanan her yurttaşımız bu çalışmadan yararlanacak. Şike Davası dahil.
İşte Feyzioğlu’nun çözümü:
İki ayrı kanuni düzenleme öngörüyor.
*Özel görevli mahkemelerin gerçekten kapatılması, ellerindeki işleri devretmelerinin hükme bağlanması. Böylece Poyrazköy ve Casusluk davası gibi henüz ilk derecede özel görevli mahkemelerde görülmekte olan davaların, genel görevli mahkemelere aktarılmasının sağlanması.
*Özel görevli mahkemelerin 5 Temmuz 2012’den sonra verdikleri ve halen Yargıtay'da bekleyen kesinleşmemiş mahkumiyet hükümlerinin başka hiçbir değerlendirme yapılmaksızın görev yönünden Yargıtayca bozulacağına dair mutlak bir düzenleme yapılması. Böylece bir gün içerisinde, Yargıtay'ın Ergenekon ve Şike davası gibi davalarda verilen hükümlerin, hiçbir takdir yetkisi kullanmaksızın bozmasının sağlanması.
*Özel görevli mahkemelerin 5 Temmuz 2012’den sonra verdikleri ve Yargıtay'dan onanarak kesinleşmiş mahkumiyet hükümlerinin başka hiçbir değerlendirme yapılmaksızın yeniden yargılamaya tabi olacağına dair mutlak bir düzenleme yapılması. Böylece Balyoz davası gibi davalarda yeniden ilk derece yargılaması yapılmasının sağlanması.
*Özel görevli mahkemeleri açık tutan Geçici 2. madde kaldırılacağı için, yeniden yargılamayı artık özel görevli mahkemeler yapmayacaktır.
İkinci kanuni düzenleme şunu içermeli:
*Özel görevli mahkemelerin yerine Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesiyle kurulmuş terörle mücadele mahkemelerinin kaldırılması. Böylece Ergenekon ve Şike davası gibi davalarda Yargıtay'ın bozma kararından sonra yapılacak yargılamaların ve Balyoz davası gibi kesin hükümle bitmiş davalarda yeniden yargılamanın genel görevli mahkemelerde, yani bildiğimiz ağır ceza mahkemelerinde yapılmasının sağlanması.
Sıkı durun! Feyzioğlu’nun bu teklifi ile hakimler, verdiği kararlardan madden de sorumlu olacaklar. Şöyle ki:
Gerekçesiz verilen mahkumiyet kararları ve tutuklama kararları sebebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince ve Anayasa Mahkemesince devlet aleyhine hükmedilecek tazminatların, bu keyfi kararları veren hakimlerden tahsil edilmesi sağlanacak.
“Bu yapıldığı takdirde, göreceksiniz hakimler süratle insan hak ve özgürlüklerini ve savunma hakkının vazgeçilmezliğini benimsemeye başlayacaklardır.” diyor Feyzioğlu.
Hemen ardından ne yapılması gerektiğini de söylüyor:
“Savcılara bağlı bir adli kolluk teşkilatı kurulmalı. Böylece savcının emrini dinlemeyen, soruşturmaları fiilen bağımsız yürüten yapı değiştirilmeli. Bu yapının ne kadar yanlış olduğu, yolsuzluk soruşturması sırasında savcıların emirlerinin dinlenmediği örneklerle artık iyice görüldü”
Biraz uzun oldu ama, varsın olsun.
Hak edilmiş bir övgüdür bu.
Yaşa, varol Feyzioğlu!