Sıra tabanlarını yağlamaya gelince sınıfta kalıyor.
Bu tuhaflığı nereden mi anladık?
İsmail’den.
İyi kaçamadı ve yakalandı.
Kaçamadı ama, İsmail, hukuk literatürümüze bir kara mizah örneği olarak geçmeyi başardı..
Artık, birileri “adalet, hukuk” deyince, “birileri kaç İsmail!” komutunu anlayacak.
Bir de “ters kelepçe” meselesi.
Bunu da son operasyonlardan öğrenmiş olduk.
Bir polis şefine ters kelepçe takılmış, o konuşuluyor.
Eeee, İsmail’in tersine kaçıp yakalandığı bir hukuk sisteminde kelepçe düz takılır mı?
Bu da, anlattığımız kara mizahın kenar süsü olmuş olsun.
Hepsi, “suçumuz yok” derken, neden içeri alındıklarını iki kelimeyle özetliyorlar:
“Hırsızın peşinde koştuk!”
Ardından gelen, “haram yemedik!” lafları da bu ifadeyi perçinlemek için olsa gerek.
22 Temmuz’daki koşuşturmanın ardından anlaşılan şu ki:
Birileri hırsız kovalamış, birileri de “neden kovaladın?” diye içeri tıkılmış.
Türkiye’nin en ünlü adalet sarayında hırsız-polis oyunu oynanırken asıl hırsız, Teknesi’nde sanatçı sevgilisiyle mehtap aşkı yaşıyor. Kalan dördünü ise “rahat olun” dercesine eliyle selamlıyor.
Hırsızı kovalayan ise hatim indiriyor.
Beş cüzü kalmış, düz kelepçe ile götürülürken “kalanını siz tamamlayın” diye bağırıyor yakınlarına.
Dini söylem burada imdada yetişmiyor.
Dini söylemleri sadece kendisine hak gören muktedir alay ediyor:
“Yanına bir Kur’an-ı Kerim al, orada oku. Nasıl olsa içeride bol vaktin olacak!”
Muktedir, 13 defa gidip 14 defa gelen bizim eski Milli Eğitim Müdürü Fevzi Budak için de havaalanında bekleyip, birazdan tutuklanacağını haber vermişti de dinleyenler hayret içinde kalmışlardı.
Bir muktedir, emri altındaki memurla muhatap olur mu diye?
Olunuyor demek ki.
Son noktayı bizim “taklacı bakan” koydu.
Çok veciz bir konuşma yaptı.
Dedi ki: “Geçen Ramazan’da haram aydır diye KCK operasyonlarını durdurmuştun. Peki bu Ramazan’da, hem de sahur vaktinde içeri aldığın bu kahramanların günahı ne? Terörist kovaladıkları için mi?”
Demeye getirdi ki; saray var ama içinde adalet yok.
“Ama hakimlere güvenimiz tamdır” demeyi de ihmal etmedi.
Belki şu son cümle için:
“Milletvekilliğimiz sona erdiğinde biz de belki buralara gelip Oslo görüşmelerinin hesabını veririz, kimbilir…”
Bu pilav daha çok su kaldıracak gibi…