Milli Eğitim sistemimizin bu kadar yerlerde süründüğü bir döneme şahit olmamıştık.

TEOG sistemi sayesinde bunun alâsını gördük.

Zaten işlerin alâsını hep bu hükümet döneminde görür olduk. Bakanların alâsını da.

“Cemaat” patentli diye okul ve dershane avına çıkan İçişleri bakanımız zaten soyadıyla müsemma.

Milli Eğitim bakanımız ise ondan alâ.

O'nu “Molla Kasım” takma adıyla tanıyorduk, şimdi Nabi Avcı olarak Milli Eğitimimizin başına geçmiş bulunuyor.

Geçtiğinden beri eğitimimiz bir o yana, bir bu yana savrulup duruyor.

Aklı eren eğitimcilerimiz, bu dönemde Türk milli eğitiminin yüz yıl gerilere kaydırıldığını iddia ediyorlar.

Medrese eğitimini bile bundan daha ileri görüyorlar.

Zaten, çocukların tamamına yakını imam-hatiplere yönlendirildiğine göre medrese demeyip de ne desinler?

Medreselerden de din adamı yetişiyordu, imam-hatiplerden de.

İmamlar hastanelere müdür, yönetici olurken, doktorlarımız, mühendislerimiz, öğretmenlerimiz önce imam, sonra meslek adamı olmaya zorlanıyorlar.

Bu da bir tercih.

Dindar nesil yetiştiriyorlar ya.

Türkiye, 1950'lerden beri dindar nesiller yetiştiriyor, bu okullardan mezun olanlar Başbakan, bakan, hatta Cumhurbaşkanı oluyorlar ama toplum ahlâkındaki erozyon bir türlü durdurulamıyor.

Oysa İslâm, barış, esenlik ve ahlâk dini olarak indirildi.

Dindarlığımız yetmemiş olacak ki; TEOG denilen bir sistemle milyonlarca öğrenci imam-hatip okullarına zoraki bir şekilde yönlendirilmeye başlandı.

Evinden 50-60 kilometre ötedeki imam-hatiplere yönlendirilen öğrenciler var.

Hele biri var ki, tam anlamıyla mizah konusu.

Erzurum'un Karayazı ilçesinde oturan Bülent Akın isimli vatandaşın çocuğu, 1200 kilometre uzaklıktaki Ankara-Beypazarı İmam-Hatip lisesine gönderildi.

Bin bir meşakkat ve maddi sıkıntılar içinde yaşayan aile, “yeter ki çocuğum adam olsun” diyerek elinde ne var ne yok satmış, Beypazarı'nın yolunu tutmuşlar.

Baba şaşkın, çocuk şaşkın.

Şimdi bu çocuk nerede kalacak? Nasıl okuyaycak?

Cevabını Molla Kasım'dan bekliyoruz.

Molla Kasım kim, ona da bakalım:

Menkıbeye göre "Yunus, üç bin şiir söylemiş. Bunları bir divan hâline getirmiş. Kasım isimli bir molla bir su kenarına oturup bu şiirleri okumaya başlamış. Bunlardan binini okumuş ve şeriata aykırı bularak yakmış. Kalan bin tanesini de aynı sebeple suya atmış. Üçüncü bine başlayınca şu beyitle karşılaşmış:

Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme/Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir.”

Bu beyti okur okumaz, Molla Kasım, Yunus'un kerametine inanmış. Divanı öpüp alnına koymuş. Fakat ne çare ki elde bin şiir kalmış.

Keşke Molla Kasım'ı kendine getirecek bir Yunus'umuz olsa.

Bir de Emrullah Efendi'miz var.

Meşrutiyet döneminin meşhur maarif nazırlarından. “Şu okullar olmasa Maarif'i ne güzel idare ederdim” diyen adam.

Sözü, günümüzde tersine çevirmek lazım:

“Şu Bakanlar olmasa mektepler ne güzel idare edilirdi.”