Dört haftadan beri seyahat halindeyim.

            Önce İzmir,

            Sonra, bir yakınımın vefatı dolayısıyla aktarmalı olarak Erzurum.

            Tekrar İzmir,

            Sonra, birkaç dostla Ankara’da buluşup İslâmköy’e gidiş.

            (O’nun döneminde birçok hizmeti almış memleketimden bir tek Dursun Şen var orada. Eski Horasan Belediye başkanı. Erzurum’un vefası bir tek kişi ile mi temsil edilmeliydi?)

            Orada, Cumhuriyetle yaşıt bir çınarın adına düzenlenmiş “Demokrasi ve Kalkınma Müzesi” açılışına iştirak ettik.

            Bu tören beni çok duygulandırdı.

            Adalet Partisi iktidarlarında birçoğuna şahitlik ettiğim demokrasi ve kalkınma mücadelesinin izleri bu müzede toparlanmış.

            Kerpiç evde başlayıp, Çankaya Köşkü’ne tırmanan bir hayatın hikâyesi.

            Bir köylünün hayatı.

            “Elleri su taşımaktan uzamış bir ana”nın evlâdının hikâyesi.

            9.. Cumhurbaşkanı Demirel, Ümmühan anasını böyle tarif ediyor.

            Onu “Kalkınan Türkiye” sevdasına sarmalayan olay bu köyde bir kerpiç evde başlıyor.

            Önce dağı delip, kendi yöresini suya kavuşturuyor.

            Sonra Türkiye’de ne kadar çatlamış toprak varsa hepsine hayat veriyor.

            O’na “Barajlar Kralı” denmesi bundan.

            Büyük bir devlet tecrübesine şahitlik ediyoruz.

            Demokrasinin ve Cumhuriyetinin değerini bir kere daha idrak ediyoruz.

            Kerpiç evde İslâmköylü Demirel’le, Çemişgezekli Ali ya da Veli’nin aynı şansa sahip olduklarını vurguluyor.

            Demokrasinin herkese aynı şansı verdiğini.

            Çemişgezekli’nin şahsında Doğu’da, mahrumiyet içinde yaşayan herkesin çocuklarına sesleniyor: “Size de benim gibi Cumhurbaşkanı olma şansını verecek olan rejim Cumhuriyet rejimidir” demek istiyor.

            Ayrılıkçılığa, bölücülüğe ne gerek var?

            Cumhuriyet, eşit fırsatlar rejimidir.

            Şu sözünü önemle not ediyorum: “Atatürk’ü unutursak her şeyimizi kaybederiz.”

            Su taşımaktan kolları uzayan ananın hikâyesinden, vatan için kollarını kaybeden gazinin hazin hikâyesini izliyoruz televizyondan.

            Ankara Belediyesinin şoförü “kartını bas” diyor,

            O da “kolum yok” diye cevap verince kıyamet kopuyor.

            “Ulan şerefsiz benim için mi gazi oldun?”

            O an, bu otobüste olmayı ne kadar çok isterdim.

            Kavgacı bir mizaca sahip değilim ama, o şoförün iki gözünü morartıp, yüzünü kan revan içinde bırakmayı halâ istiyorum. Bu olay tabiatımı değiştirdi.

            Belediye başkanı şoförüne sahip çıkıyor aklınca:

            “Gazi CHP’liymiş, olayı provoke ediyormuş!”

            Ne günlere kaldık ya Rabbi!

            O’na da bir çift sözüm var, yutkunuyorum.

            Sonra, Türk milletinin en büyük bayramında teröristlere geçit veren o karar!

            Teröristler alkışlarla uğurlanıyor Kobani’ye.

            Sonra koskoca Cumhurbaşkanının yüzüne duman üfleyen o “terbiyesiz herif!”

            Cumhurbaşkanı o kızgınlıkla ekranlardan bağırıyor:

            “Bunlar hain, hain!”

            Kim hain?