Eski Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Nuri Yılmaz’ı kastediyorum.
Cumhurbaşkanının iftar daveti ile ilgili spekülasyonlardan dolayı basın ve dost çevrelerinin telefonlarına cevap yetiştirmeye çalışıyordu.
Kendisinde herhangi bir alınganlık izi görmedim.
Arayanlara şöyle diyordu:
“O kadar büyütülecek bir olay değil. Davet sahibi tercihini kullanmış. Üzerine söz söyleme hakkımız yok.”
Hocayı uzun yıllardır tanırım.
İyi bir insandır, iyi bir dosttur, çok sabırlıdır.
Kolay kolay üzülmez.
Kolay kolay sinirlenmez.
Gönlünü ferah tutar.
Her şeyi olduğu gibi kabul eder.
Böyle de “çelebi” bir yönü vardır.
Hoşgörülüdür.
Hoca, her ne kadar “davet sahibinin tercihi böyle” dese de, biz aynı fikir ve anlayışta değiliz.
O sofra, Cumhurbaşkanının şahsi sofrası değildir, devletin sofrasıdır.
Elbette, o sofrada istediği kişileri ağırlayabilir, istemediklerini çağırmayabilir.
Ne var ki;
O makam, şahsi duygularla hareket edilecek bir makam değildir.
O makam, sevilip sevilmesin, herkesi kucaklaması gereken bir makamdır.
Yeni Diyanet İşleri Başkanı’nın başkanlığında eski Diyanet İşleri Başkanları için verilen bir davete, hem de iftar davetine, bunlardan birisi özellikle çağrılmaz ise “bu işte bir iş var” zannına kapılır insanlar.
O sofrada bulunmayan eski başkanlardan birisi de Dr. Lütfü Doğan’dı.
Malûm CHP’li idi, merhum Ecevit’in Devlet Bakanı olarak görev yapmıştı.
Hasta olduğu için davet yapılmamış olabilir.
Ağzo torba olmayanlar, O’nun için de “acaba CHP kontenjanından mı gitti?” sorusunu soruyorlar tabiatiyle.
Böyle durumlarda tevatürler uydurulur.
Herkes kendine göre yorum yapar.
Makam yıpratılır.
“Kur’anı miting meydanlarında sallaması iyi olmadı” beyanından alınganlık çıkarıldığı yazıldı çizildi.
Kimileri, “acaba Demirel’in namazını kıldırdı diye mi kızdı?” sorusunu sordu.
Kim bilir, akıllardan daha ne sorular geçiyordur.
Yapılan, hocanın umurunda değildi ama bizi üzdü.
Yapılmamalıydı, olmamalıydı.
O makam, negatif ayırımcılıkların yapılacağı bir yer değildir.
Yakışmadı…