Bunlar, başkasının gölgesi altında yaşamayı hayat felsefesi yapanlardır.
Siyasi tarihimizde bolca var.
Günümüze ise çokcası.
Bu kadar kişiliksiz insanlar grubu ancak özel mülakatla bir araya getirilebilir.
Galiba, birisi bu işi çok iyi başarmış.
Onu peygamber ilan edeni mi, Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan bir kudret olarak gören mi, aklınıza ne geliyorsa, bütün övgüler ona.
Neredeyse, bütün hamdlar da…
Hiç birisine itiraz etmiyor. Yapmayın bunları, şirke batıyorsunuz, beni de şirkinize alet ediyorsunuz diye çıkışmıyor.
Belki bunlardan haz alıyor.
“Ben neymişim be abi” havasına giriyor.
“Astığım astık, kestiğim kestik” tarzını benimsiyor.
Şahsiyetli insanları hiç ama hiç sevmiyor.
Herkesin kendisine biat etmesini istiyor.
Kendinden yukarıdakine “Hadi kalk gidiyoruz” diye emrediyor, o ise seviyesini unutarak kuzu kuzu peşine takılıp gidebiliyor.
Şimdi o kuzu kuzu giden adam, kuzuluktan bir “tık” öteye geçerek örtülü demeçlerle zevahiri kurtarmaya çalışıyor ama nafile.
Cürmünü kaybetmiş bir adamın çabaları diye bakılıyor o tarz çıkışlara.
Koza-İpek’in “Melek anne”si kadar bile olamıyorlar.
Kadın, tek başına bir ordu gibi.
Bir zamanlar sofrasına oturttuğu adam, duvarını yıkmaya gelince bile ona kızmıyor. “Kendi duvarımı kendim yıkarım, merak etmesinler” diyebiliyor.
Oğlu dışarıda, bütün şirketlere el konulmuş, ekranları karartılmış…
“Keşke bütün hınçlarını bizden alsalar da, başkaları yanmasa” olgunluğunu sergileyebiliyor.
Melek annelerini bir de kendilerini desteklemeye gelenler şaşırtmış:
Sağdan soldan, özellikle de soldan pek çok kişi orada.
Hiç kimse “vaktiyle yaptıklarınızı çekiyorsunuz” demiyor.
On altı metrekarelik odada, karartılmadan önce yapılan son yayına katılan çalışanın şu sözleri halâ yüreğimi tırmalıyor:
“Çocuğuma oyuncak almak istiyorum.”
Yayını karartmakla kalmadılar, yüzlerce insanı ekmeğinden ettiler.
Çocuk oyuncağına çevrilen bir yönetim tarzına vicdanın isyanı başka hangi sözle anlatılabilir?