Mehmet Necati GÜNGÖR

Adamın iki oğlu varmış.

Birisi hep yalan söylermiş.

Diğeri ise ara sıra doğruyu.

Ama o hep yalan söyleyene inanmış.

“Çünkü o beni hiç yanıltmadı” dermiş.

Ara sıra doğruyu söyleyen içinse

“Ne zaman doğruyu, ne zaman yalanı söylediğini bilemediğimden ona hiç inanmadım. Çünkü onda yanılma payım yüksekti.”

“Yalancı beni hiç yanıltmadı.”

“Çünkü hep yalan söyledi.”

“Ben de tersini yaparak yanlış yapmaktan kurtuldum.”

Saruhanlı gibi ara sıra doğruyu konuşup, yanlış duruş sergileyenler de var.

Meselâ “benim özgül ağırlığım var” dediğinde sandık ki dik duruş sergileyecek.

Meğer kemik yapısı müsait değilmiş.

Anında eğiliverdi.

Aslında, babanın hep doğru söyleyen, ama ara sıra yanlış yapan evladıdır o.

Geçen gün yine döktürmüş:

“Dünyevileştik.”

“Her şey makamdan, her şey şöhretten, her şey şehvetten, mevki, makam hırsı ile birbirimizin gözünü oymaktan geçiyor.”

Bunu arkadaşları için söylüyor galiba.

Bu defa rotayı başkasına çeviriyor:

“Bağırmakla, çağırmakla değil, söz güçlü olacak!”

“Toprağa işleyen yağmur daha bereketlidir. Biri ince ince yağar, toprağa işler, öteki sel olur.”

“Bizde şu anda sesini yükseltenler revaçta.”

“Ne kadar çok bağırırsa, ne kadar gözleri çakmak çakmak olursa, gözlerinin damarları kırmızı kırmızı fırlarsa, boyunlarından damarlar fışkıracak hale gelirse iş yaptığını zannediyor.”

“Ama söz yok.”

“Sözün içinde hikmet olmalı, bilgelik olmalı, o da yok!”

Acaba bu sözler kimi tarif ediyor?

Galiba, beyimiz sağ gösterip sol vuruyor.

Hedef “Harun”, kroşeler “Karun”un gözünde patlıyor.

Bu defaki “sözgül ağırlık” gibi olmuş...

Not: Harun, kediciklerin hocasının takma adıdır.